HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


II. Abant toplantısı notları

Din, devlet ve toplum

Din-devlet, İslam-demokrasi, İslam-laiklik ilişkisi bulunup bulunmadığı, örtüşüp örtüşmediği, çatışıp çatışmadığı konusu bildiğiniz gibi yıllardır tartışılıyor ve daha da tartışılacak. Tartışılmasına karşı değilim, bu tartışmalar sonucunda üzerinde uzlaşılmış maddelere de ulaşamadık ama zaruri değil zaten. Ben bu toplantıda biraz pratiğimize girelim diyorum ve pratiğimize girmekten de şunu kastediyorum. Din-devlet değil. Dini yaşayan, dini yaşamak isteyen, bir inancı olan-olmayan insanlardan biri Allah'tan talimat alıyor, biri vicdanından talimat alıyor. Bu bir vakıa, bir teori değil. Bu insanlardan vicdanlarının ya da dinlerinin talebi var. Devlet bu talebin neresinde duruyor? Devlet bu talebe karşı nasıl bir tavır alıyor? Türkiye'de problemimiz bununla alakalı. İnanan insanın dinin kendisinden talepleriyle devletin bu talepler karşısındaki konumunun ortaya çıkardığı problem. İşin düğüm noktası burada. Mesela İslam laikliğe nasıl bakar, demokrasiye nasıl bakar? Karşı mı değil mi? sözü bugünkü Müslümanların problemi değil. Bugünkü Müslümanların problemi; devletine karşı gelmeden dinin kendisinden taleplerini yerine getirme arzusudur. Fakat bugün devlet bir takım kanunlarla ya da idari tasarruflarla dindarın başkasının hukukuna zarar vermeden sadece dini yaşama arzusunun karşısına geçiyor, bunu engelliyor. İnancına göre yaşama hürriyeti, olması lazım gelenden fazla sınırlandırılıyor.

Peygamberimiz, biz inananlara göre Allah'tan vahiy yoluyla aldığı bilgileri, bulunduğu şehirde, bulunduğu topluma tebliğ etmeye başladığında yalnızca dini tebliğ ediyordu. Yani devlet talebiyle başlamadı, iman, inanma, ibadet, ahlak talebiyle başladı. İçinde yaşadığı toplum buna izin vermedi, yani orada bir devlet vardı. Orada cemaat-cemiyet arası bir oluşum vardı, bunun bir idaresi de vardı. Buna tırnak içinde "devlet" diyebilirsiniz. Devlet, otorite tebliğe izin vermedi. Din hürriyetinin unsurlarını bir düşünelim. Din hürriyetinin malumaliniz ikinci önemli unsuru ibadettir. Kabe'nin içinde saklı putlar ve herkes kendi putuna tapıyor. Peygamberimiz inananlarla birlikte, Kabe'nin bir köşesinde Allah'ına ibadet etmeyi talep etti, otorite buna da izin vermedi. Peygamberimiz başka yerlere, mesela Taif'e giit. "Benim dinimi tebliğ edip yaşamama izin verir misiniz?" dedi, onlar da izin vermediler. Geri döndü, şehre sokmadılar. Birinin himayesinde12 şehre girdi, bunun üzerine sıkıştırma, tehdit, baskı devam etti. Sonunda onları yurtlarından çıkarmaya, imha etmeye karar verdiler.

İslam-devlet ilişkisinde bu 2 unsur çok önemli. Hangi 2 unsur? Biri, din hürriyetine izin vermek veya vermemek. İkincisi, vatanınızda oturmanıza izin verip-vermemek. İşte Kur'an-ı Kerim Müslümanlarla ötekilerin ilişkisini düzenleyen bir çok ayette bu iki unsurdan hareket ediyor. Eğer ötekiler size din hürriyeti tanımazlarsa, dininize karşı savaş açarlarsa, birinci madde bu. İki; sizi yurdunuzdan, yuvanızdan çıkarırlarsa o zaman bu iki olumsuz sonucu olumluya çevirinceye kadar onlarla savaşın diyor. Savaşmanın sebebi budur. Buna "fitne" diyor, "fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar", "Allah için oluncaya kadar" diyor. Bu, din hürriyetinin ve vatanı başkalarıyla paylaşma hakkının tanınması anlamına geliyor. Bu hak tanınmadığı için Peygamberimiz biliyorsunuz kendi cemaatiyle birlikte bir başka yere giderek bu hakkın tanındığı yeni bir siyasî-sosyal oluşum meydana getirmeye çalıştı. Oraya gittiğinde şöyle bir şartla gitmedi: ben buraya geliyorum, bir devlet kuracağım, bu devletin hakimi de ben ve Müslümanlar olacak....

Burada Mekke izin verseydi, Peygamber efendimiz orada cemaatiyle birlikte, dini yaşayarak devam etseydi ne olacaktı? sorusunu sormamız gerekir. Sonra gelelim Medine'ye. Medine'de (içeriğine girmiyorum) bu vesika (Medine Vesikası) çerçevesinde hayat devam etseydi ve ihanetler olmasaydı, yani sözleşmeyi bozup Müslümanları arkadan vuran, dolayısıyla din hürriyetini ve bir yerde oturma hakkını engelleyen davranışlar olmasaydı o zaman ne olacaktı? İkinci soru bu. Belki de çok farklı bir siyasi-sosyal oluşum içerisinde Müslümanlar ve Müslümanlık yaşayacaktı diğerleriyle birlikte. Bu da olmayınca o zaman zaruretten hareketle Müslümanlar bu iki ilkeyi herkes için tesis etmek üzere devlete talip oldular. İnsanları yurtlarında yuvalarında oturtmak, din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak üzere hakimiyete talip oldular. Dolayısıyla İslamın devlet talebi direkt değil, dolaylı bir emirdir. Bir kural var, gerekli olan bir şey, bir başka şeyi gerekli kılıyorsa o da gereklidir.

Şimdi pratiğe buradan gelmek istiyorum. Bunu yerine getireceğim, ama bunu yerine getirmeme bir engel varsa yani bunu yerine getirmek benim için farz ise, o engeli ortadan kaldırmak da farz. Peki bunu engelleyen devletse ne olacak? Bunları tartışmamız lazım.

Burada fikir ve inanç düzeyiyle sosyal ve siyasal düzeni daha ziyade ilgilendiren devlet-halk ilişkisini birbirinden ayırmak gerekiyor. İslam, tevhid dinini getiriyor ve tevhide aykırı olan bütün inançları reddediyor, buna katılıyorum. Lakin, o inanca sahip olanlara ne yapıyor, yani ötekine karşı tavrı nedir? Bu önemli. Mesela Mekke'de inanç ve zihniyet bakımından büyük bir devrim yapıyor ama "Sizin dininiz size, benim dinim bana" diyor. Tekrar altını çiziyorum, eğer onlar bu dini ortadan kaldırmak ve insanları oradan kovmak için onlara savaş açmasaydı, o da onlara savaş açmayacaktı. Bunu nereden biliyoruz derseniz, şuradan derim: İslam, hakim olduğunda ne müşrikleri yok etmek istemiştir, ne de başka inanç sahiplerini. Batıl demiştir fakat hayat hakkı vermiştir. Burası çok önemli.

Muamelata uzatmamak için girmiyorum, ama burada düğüm noktası bu. Buradan da pratiğe gelmek istiyorum. Biz eğer inançta farklı isek, bana göre benim inancım isabetlidir, size göre sizin inancınız isabetlidir. Bu, insanın tabiatı icabı böyledir. Ama burada ikinci aşama; peki ben sizinle nasıl bir ilişki kuracağım? Farklı inanışlar içindeyiz, farklı hayat tarzımız var ama sizinle nasıl bir ilişki kuracağım? Ben sizin inancınızı yok mu edeceğim? Sizi bu memleketten atacak mıyım, yoksa farklılık içinde sizinle birlikte yaşamak için bir düzene talip miyim? Bir formülüm var mı? İşte İslam bu noktada büyük farklılık arzediyor diyorum ben. Tarihe baktığınızda da büyük farklılık arz ediyor. Yani birçok dinler, inanışlar var ki, ötekini yok etmeyi hedef alıyor. İster o dinin kitabının aslında olsun, ister katkılı kısmında olsun ötekini yok etmeyi hedefliyor. İslam için bunu söylemenin doğru olmayacağını düşünüyorum.



12 O sistemde bir himaye ilkesi vardır, o himaye ilkesine başvurarak Taif'e girdi.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler