Hak kavramı etrafında bazı düşüncelere İnsan için söz konusu olan haklar "Kanunla korunan yetkiler" şeklinde tanımlanmıştır. Bu genel tanımlamaya İslâmî açıdan bir kayıt ekleyerek tarifi şöyle yapabiliriz: "Allah'ın koyduğu kanunlarla korunan yetkiler". Uygulama ve gerçekleri göz önüne alarak hakları iki gruba ayırmak gerekir: a) İnsan olduğu için insana verilen haklar, b) İrade ve çabasıyle belli vasıfları kazandığı için insana verilen haklar. Bunlardan birincisine "statü hakları", ikincisine ise "görev ve liyâkat hakları" diyebiliriz. Metinlerde açıkça geçsin geçmesin, uygulamada bu ayırım kaçınılmazdır. Meselâ hayat hakkı din, vatandaşlık, kültür farkına bakılmaksızın her insana verilirken, seçme, seçilme, belli kamu görevlerine alınma hakları için insan olmak yetmemekte, insanın belli vasıfları elde etmiş bulunması aranmaktadır. Ferde ve topluma verilen haklar insanların fert ve toplum olarak menfaat ve ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlamaktadır. Ancak menfaat ve ihtiyaçların çeliştiği, çatıştığı da bir gerçektir. Toplum veya bir gurup için mesâlih olan bir şey, fert veya başka bir gurup için zarar olabilir. Eğer haklar ve menfaatler, fertlerin ve gurupların istek ve arzularına göre verilirse çatışma, dengesizlik ve haksızlık kaçınılmaz olur. "Eğer hak, onların arzularına tâbi olsaydı gökler yer ve buralarda bulunanların düzenleri bozulur, altüst olurdu."12 "Beşerî arzularını tanrı edinmiş ve böylece Allah'ın kendisini saptırmış bulunduğu kimseyi doğrunun bilgisine sahip mi görüyorsun!"13 Bu sebeple Allah Teâlâ hakları, insanların beşerî arzularına, şahsî menfaatlerine göre değil, adâlet ve denge prensiplerine göre bizzat kendisi tevzî etmiştir; bunu yaparken insanlara hakkın az, yetersiz, buna karşı yükümlülüğün ağır ve sıkıcı gelmesine değil, fert ve toplum hayatının denge ve düzen içinde yürümesine bakmıştır.14 Ferdiyetçi düşünce ve sistemler ferdin hak ve hüriyetlerine öncelik vermişler, bu konudaki aşırılık; "bencillik, sömürü ve anarşi" doğurmuştur. Toplumcu ve devletçi düşünceler, sistemler ise sömürü ve anarşiyi önleyelim derken ferdin hürriyet ve kişiliğini yok etmiş, insanı madde boyutuna hapsetmişledir. Bu aşırı ve karşıt düşünceler, uygulamalar birbirine tesir etmiş, tez, antitez, sentez sürecinde ortaya, önce siyâsî ve hukukî, sonra iktisâdî ve sosyal yönleriyle "insan hakları" kavramı, ve düzenlemleri çıkmıştır. İslâm'ı, aşırı ferdiyetçi veya toplumcu sistemlerden birinin içine koymak mümkün değildir. İslâm ferd-devlet ilişkilerinde dengeyi öngören, şahsiyetçi bir sistem oluşturmuştur. İlgili âyetlere ve hadislere göre müslümanlar kardeştir, birbirine kenetlenmiş yapı taşları gibidir, bir vücudun, bir yeri ağrıyınca diğer yerleri de rahatsız olan organları gibidir, bir gemide yolculuk eden, birileri gemiye zarar vermeye kalkışınca bunu önlemezlerse hepsi birden batacak olan yolcular gibidir, toplumun fertleri birbirine ne doğrudan, ne de misilleme olarak zarar verebilirler... Toplumda iyiliği emretmek ve yaşamak, kötülüğü menetmek ve ortadan kaldırmak, fert, toplum ve devlet olarak müslümanların vazifesidir ve İslâm'ın ictimâî bir alametidir. Kur'ân-ı Kerîm bu vazifeden kaçınmayı, ictimâî sorumluluktan kaçma, isyan ve hakkı çiğneme olarak vasıflandırmış, böyle yapan toplumların acı akıbetlerinden söz etmiştir.15 İman ve ibâdet sırf Allah'ın kulları arasındaki hakkı olduğu gibi, insanlar arası veya insan-eşya arası ilişkilerde söz konusu olan hak ve borçlarda da Allah'ın hakkı vardır. Bunlardan sırf kula ait olan hakları alıp almamakta insan serbest olabilir. Meselâ bir insan, diğerindeki alacağından vazgeçebilir. Başkasının ve toplumun kişi üzerindeki veya kişinin topum üzerindeki hakları aynı zamanda Allah hakkı olduğu için borçlunun onlara riâyet konusunda serbestliği yoktur.16 Böylece topluma karşı ferdin, ferde karşı toplumun hakları ilâhi hukukun koruması altına alınmış olmaktadır. İnsanlara ait ödev ve yükümlülüklerin bir kısmı ferdîdir, teker teker kişilere aittir (aynî farz), bir kısmı da topluma bırakılmış, birilerinin yapması istenmiştir (kifâî farz). Bir toplumun, ilâhî muradı gerçeleştirme, yaratılış hikmetleri doğrultusunda gelişme için muhtaç oldukları her âlet, kurum, kuruluş, faaliyet, düzenleme ferdin yükümlülüğü dışına taşınca, ikinci neviden yükümlülük olur. İslâm toplumunda her ferd, bu yükümlülüğün toplumda yerine getirilip getirilmediğini kontrol ve takip etmek durumundadır. Çünkü getirilmediği zaman, ülkede doyurulmayan aç, giydirilmeyen çıplak, tedâvî edilmeyen hasta, eğitim ve öğretim verilmeyen insan, savunulmayan sınır, önlenmeyen haksızlık, tepki görmeyen ahlâksızlık ve hayasızlık, yolsuzluk bulunduğu müddetçe bütün fertler bundan teker teker (aynî farz gibi) sorumlu hale gelmektedirler17 Bir hakkı tanımlama ve belirleme konusunda ya bir nas vardır veya yoktur. Nassın bulunması halinde, aksine bir zorunluluk bulunmadıkça hak bellidir, buna uyulacak, hak yerine getirlecektir. Nassın bulunmaması durumunda ictihad örf, teâmül devreye girer; hak bu kaynaklara dayanılarak belirlenir. Öğrendiğimiz andan itibaren hak olmayan şeyi talep etmemek gerekir. Daha önce hak olmadığı halde alınmış, yararlanılmış, kullanılmış olan mal ve hizmetler hak sahibine iade veya tazmin edilmelidir. Hak sahibi bilinemez veya bulunamaz ise onun adına yoksullara dağıtılmalıdır. İslam'ı bir hukuk referansı olarak kabul etmeyen sitemlerin hakim olduğu yerlerde yaşayan müslümanlar işlerini, mecbur kaldıkları sürece mevcut mevzuata göre yürütürler. İş tamamlandıktan sonra hakkın tarafları arasında İslam'a göre hak alış-verişi yapılır, haklar ve ve borçlar ödenir. Günahlar büyük ve küçük diye ikiye ayrılmıştır. Hak ihlali de bir günah olduğuna göre onun da büyüğü ve küçüğü olur. Küçük günah, "önemsiz, ihlal edilmesi caiz, müeyyidesiz..." demek değildir. Küçük günah, verdiği maddi ve manevi zarar bakımından büyüğe nisbetle küçüktür; ama o da günahtır ve terkedilmesi gerekir. Ceza bakımından da büyük ile küçük haksızlık arasında fark vardır ancak her ikisinin de cezasının bulunduğu unutulmamalıdır.. "İslâm'da yaratma, emir ve hüküm Allah'a ait bulunudğu için "emir ve hüküm" çerçevesine giren "hak ve vazife" belirleme işi de Allah'a aittir. Hak ve vazifeyi belirleme işini bir fert veya zümre, yahut da toplum yerine Allah'ın üzerine almış bulunması, bir tarafa öncelik ve ağırlık verilerek diğer tarafın ezilmesini, haksızlığa uğramasını önlemektedir. Adâlet ve hakkaniyet, herkese hakkını vermek, dengeyi sağlamaktır. Allah Teâlâ haksızlığı kendine de kullarına da haram kılmış ve pek çok âyette adâleti ve hakkaniyete riayet etmeyi emretmiştir.
12 Mü'minûn, 23/71 13 Câsiye, 45/23 14 Şâtıbî, el-Muvâfekât, II, 39, 40, 179. 15 Mâide, 5/78-80 16 Şâtıbî, age., II, 179-180. 17 Şâtıbî, age., II, 176-180.
Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.
|