HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


E. Mumcu'nun Türbanla İlgili Çözüm Teklifi

Sayın Mumcu'nun iktidara yaptığı, "türban meselesini oylarımızı birleştirerek, referandumu zorunlu kılmayan bir oy sayısına ulaşarak çözelim" şeklindeki teklif tartışıldı, bazı yazarlar, bu teklife sıcak bakmadığı için iktidarı suçladılar ve konuyu siyasi istismar aracı yapmak istediklerini söylediler. 4-Temmuz tarihli Radikal'de Neşe Düzel'in Erkan Mumcu ile yaptığı röportaj onun çözümden neyi anladığını açıkça ortaya koyuyor ve kendisinin yeterli gördüğü bu çözüm -bize göre- yıllardan beri kanayan/kanatılan bu yaraya asla merhem olmuyor. İşte düşünce ve teklifleri:

"Türban sorununun üniversitelerde çözümlenebileceğine inanıyorum... Üniversitede bu sorunun çözülmesi, kamuoyunu tatmin eder. Laiklik ilkesinin gerçek anlamıyla işletildiği konusunda, toplumda sağduyuya dayalı bir tatmin yaratır bu."

Türban (başörtüsü, tesettür) meselesinin üniversitede çözülmesi bana göre de çok kolay; kimse (hiçbir kanun, haklar belgesi ve mahkeme kararı) üniversiteye başörtüsünü yasaklamayı emretmiyor; yasaklarsa buna gerekçesi ve hakkı olabileceğini söylüyor. Üniversite başörtüsünü, daha doğrusu edebe aykırı olmayan kılık kıyafeti serbest bıraktığında mesele o gün çözülmüş olacaktır; ama "üniversitede". Peki müslümanların meselesi yalnızca yüksek öğenim alan kızların başlarını örtebilmeleri midir? Hayır, asla! Sayın Mumcu'nun kanaatine katılmamız mümkün değil, başörtüsünün üniversitelerde serbest olması kamu oyunu tatmin etmez. Bu "kamu oyu"ndan maksat meselenin sahipleri ve mağdurları olmalıdır, bunlar da inançtan hareket ettiklerine göre örtünmenin her yerde serbest olması gerekir, bu özgürlük gerçekleşmedikçe müminin (namahreme açılmanın günah olduğuna inanan kimsenin) tatmin olması düşünülemez. "Laiklik ilkesinin gerçek anlamıyla işletilmesi" de ancak, kişileri inancına uygun yaşamada serbest bırakmakla, herkese açılmayı dayatmamakla gerçekleşir.

"Türban, Türkiye'de kadının modernleşmesinde uğradığı bir evredir... Başörtüsü, kadının, iki yaşam arasında durabilmesinin bir aracı, köprüsü oldu... (Türbanın bir simge, bir manifesto olduğunu söyledikten sonra devam ediyor) Bu manifesto sanıldığı gibi laikliğe karşı başkaldırı değildi. Bu manifesto, kadının birey olduğunu iddia ve ilan etmesiydi. Bu, kimilerini tedirgin etti. Oysa bu sürecin olağan sosyolojik bir süreç olarak işlemesine izin verilseydi ve başörtüsü, kadının kendi benliğini ve kimliğini savunmanın simgesi haline dönüşmeseydi, türbana bu kadar rağbet edilmezdi bugün. Hem türban takanların sayısı azalırdı, hem de kişisel ve geleneksel zevkleri yansıtan çok güzel formlara geçilirdi."

"Türbanın, muhafazakâr-müslüman kadının modernleşmesinin bir evresi ve kendi benlik ve kimliğini savunmanın bir simgesi" olduğu şeklindeki yorumlara ancak "sebep değil, sonuç" denirse katılabilirim. Evet ısrar ediyorum ve diyorum ki, bugün başını örten genç kızlarımızın kahir çoğunluğu bunu böyle inandıkları için, kulluklarının bir gereği olduğundan dolayı yapıyorlar. Hem örtmek hem de okumak ve bu dünyada "kendisi olarak var olmak" isteyen genç kızlarımız yalnızca modernleşmenin peşinde değildirler, onların amacı "kendi değerlerine sadık kalarak modernleşmek"tir; bunun da manası Batı'yı taklit ederek değil, Batı'ya bir alternatif sunarak çağdaşlaşmadır. Sebep inançtır, sonuç "bir şekilde modernleşme" olabilir, ama Batı tipi modernleşmenin bir gün muhafazakâr-müslüman kadının başını kendiliğinden açması sonucu getireceğini söylemek, yorumu böyle kurgulamak, işin mahiyeti hakkında yanlış bilgi ve kanaate dayanmaktadır.

Bugünkü yazıyı Sayın Mumcu'nun her kelimesine katıldığım, başörtüsüne karşı olanların zihniyetini açığa çıkaran şu ifadesi ile bitireyim:

"Sorunun özü, demokratik kültürün devletin derinliklerine nüfuz edememiş olmasıdır. Çünkü bizde bürokrasi demokrasiyi çok sevmedi. Halk kendileri gibi seçkin, elit insanları seçerse mesele yoktu ama, ya halk kendisinden olanı seçmeye kalkarsa ne olacaktı? Halkın kendinden birini seçme ihtimalinden korktular. Onun için de sisteme hep sigortalar döşediler."

"... Çünkü AK Parti'nin düşündüğü gibi kılık kıyafetle ilgili bir Anayasa değişikliği ve referandum türban sorununu asla çözemez. Aksine bu yolla Türkiye, bir laiklik ve din tartışmasına itilir."

Referandum hem demokratik bir kural, bir çözüm ve sağlama yolu, hem de TC. Anayasasında mevcut; buna rağmen mesela başörtüsü konusunda referanduma karşı çıkanların asıl gerekçeleri bana göre örtülü kalıyor. Açıklanan gerekçe şu: "Bir laiklik ve din tartışması çıkar". Bu gerekçe inandırıcı değil; çünkü laiklik ve din tartışması devamlı yapılıyor, bugün Türkiye'de yapılan tartışma "laik devlet gitsin yerine şeriat devleti gelsin" tartışması değildir, tartışma laiklik anlayış ve uygulaması ile ilgilidir. Türkiye'de laiklik, dindarı boğan, onun özgürlük alanını kısıtlayan, haklarını elinden alan bir anlayışla uygulanıyor. İstenen ise "başkasının hak ve özgürlüğüne açık ve kesin bir zarar söz konusu olmadığında dindarların, kamusal-özel alan ayrımı yapılmadan dini hayatlarını yaşama imkanıdır ve laikliğin böyle yorumlanıp uygulanmasıdır." Asıl gerekçenin de "referandumun, böyle bir laiklik anlayış ve uygulamasına yol açmasını istememek" olduğu anlaşılıyor.

"Anayasa'ya, 'Kamu hizmeti verenler dini ya da ideolojik simgeleri bulunduramazlar. Yani kamu hizmeti verenler türban takamazlar, kamu hizmeti alanlar ise türban takabilirler' diye net bir ayırım konulursa, Türkiye türban sorunundan ilanihaye kurtulur. Böyle bir ayırım, kamu hizmetinin yürütülmesinde devletin vatandaşları ve inançlar, düşünceler karşısında eşit ve yansız davranma sorumluluğunun da bir gereğidir zaten."

Anayasaya böyle bir kaydın konması "din özgürlüğünü tanımaya yanaşmayanların" teklifidir ve asla "türban sorunundan kurtulma" sonucunu getirmez. Örtünmek isteyen dindar kadınlar örtünmenin sınır ve alanlarını kendileri belirlemiyor, inandıkları ve bağlandıkları din belirliyor. Dine aykırı olarak "şurada ört, burada aç" denirse dindara dayatma yapılmış hürriyeti gereksiz yere kısıtlanmış ve mesele çözümsüz bırakılmış olur. "Devlet bütün inançlar karşısında eşit mesafede duracak, bunun için kamu hizmeti yapanların inancı belli olmamalı" demek de anlamsızdır ve/veya takıyeye davetiye çıkarmaktır; çünkü herkes biliyor ki, memurların farklı inançları ve hayat tarzları vardır, hizmet sırasında bunun bilinmemesi hizmet alanlar için daha da tehlikelidir; memura, tarafsız görünerek taraflı olma imkanı vermektedir. Devlet (memur) tarafsızlığını hizmeti ile ortaya koyar, başı örtülü olsun olmasın bir memur vatandaşa taraflı (kendi inancını dayatan, öne alan, inanca göre ayırımlı...) bir işlem yaparsa bunu engellemenin yolları ve yöntemleri vardır.

"Kişi sadece dışsal baskılar ve otoriteler karşısında değil, bazı sübjektif, din kaynaklı baskılar karşısında da özgürleşebilmelidir. Ama dış baskılar kalkmadığı için, Türkiye'de insanlar henüz kendi düşüncelerini ve inançlarını sorgulayamıyorlar, inançlarıyla yüzleşemiyorlar. Hâlâ insanlar için din, kurallar ve tanımlanmış formlardan ibaret bir şey. Halbuki din ahlaktır, fedakâr ve sevgi dolu olmaktır. Din, doğruluktur, haramdan uzak durmaktır, başkasının olana el uzatmamaktır. Var mı böyle bir Müslümanlık?...

"Din kaynaklı baskılar karşısında özgürleşmek" biraz dinli biraz dinsiz olmakla mümkün olur. Dindar insan kendini, hür iradesiyle Allah'a teslim etmiş (İslam da bu demektir), nefsinden ve beşerliğinden gelen bazı istek ve arzularından Allah sevgisi ve rızası uğrunda vazgeçmiştir, düşüncesinin rehberi de ilâhî irşaddır. Dindarlık başka türlü gerçekleşemez. İnancı sorgulamak, felsefi akıl adına bazı -olmazsa olmaz- inançlardan vazgeçme sonucuna götürürse ortada "iman" kalmaz. Evet "din kurallar ve tanımlanmış formları" ihtiva eder, bu tanımlar ve forumlar kaynak olarak Allah'a dayanır, O'nun tanımladığı din ve koyduğu kuralların dışına çıkarak "doğruluk, haramdan uzak durmak, başkasının olana el uzatmamak" gerçekleşemez; başka bir deyişle "bu doğru, bu haram, bu hak" İslam'ın tanımladıkları (islâmî) olmaz.

"Efendim bu sizin yorumunuz, dini başka türlü yorumlayanlar ve anlayanlar da var" denirse cevap şudur: Dini anlama ve yorumlamanın da yine Allah ve Resulü tarafından temelleri konmuş usulü vardır; bu usulü kullanmayanların yaptıkları yorum değil, tahriftir, akıllarına estiği gibi yeni ve beşeri din kuralları uydurmaktır.

"...İster cemaatler, ister din otoriteleri, ister devlet olsun, bireyler dinleriyle ilgili birilerine hesap vermekten, daha Allah'la yüz yüze gelemediler."

Böyle kategorik ayırmalar gerçekte olanla örtüşmez; mümin bireyler hem birbirine hesap verirler -ki, din bunu da istiyor- hem de Allah ile "sık sık yüzyüze gelirler". Bunun biri diğerini engellemez.

10,15 Temmuz 2005



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi