HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


DOKUZUNCU BÖLÜM

SİYASET ve SİSTEMLER

İktidarın üç mesele ile imtihanı

Akparti iktidara geldiğinde kucağına düşen dev meseleler vardı; işsizlik, ekonomik dengenin bozukluğu ve kriz ihtimali, Irak, Kıbrıs, demokratikleşme (siyasete seçilmişlerin hakim olmaları meselesi), AB ile ilişkiler bu meselelerin ilk sırasında yer alıyordu, ama bu partiye verilen oyların "28 Şubat'ın rövanşı" olarak kabul edilmesinin dayanağı bu meseleler değildi; ölçüt "demokratikleşme ile dine karşı devletin tavrı" idi. Oy verenlerin önemli bir yekünü bu iki konuda Akparti'ye güveniyor, fırsat veriyor ve sonuç bekliyorlardı, hala da bekliyorlar.

Demokratikleşme konusunda ne kadar mesafe alındı?

Bu soruya "önemli mesafeler alındı, artık çağdaş demokrasi geri dönülemez, askıya alınamaz, kesintiye uğratılamaz bir şekilde oturdu" cevabını verebilmek için iktidarın şöyle (şimdi anlatacağım hatıradaki Avusturalyalı milletvekili kadar) bir rahatlık içinde olması gerekiyor. Orada milletvekiline sordum:

-Sizde niçin asker sayısı bu kadar az?

-Bizim ülkemiz denizlerle çevrili, biz tehdit değerlendirmesini yaptık ve başta deniz gücü olmak üzere gerekli alanlara, teknolojiye ve kaliteli askere ağırlık verdik, sayıyı da buna göre ayarladık.

- Sizde askerin -ya kanunlara veya durumdan vazife çıkarmaya dayalı olup- ülkeyi dış düşmana karşı savunmaktan başka (içeride) bir işi, yetkisi, vazifesi yok mudur?

-Vardır, eğer orman yangını veya benzeri felaketler olur da asker dışındaki elemanlar üstesinden gelemezlerse askeri yardıma çağırırız.

- Peki hükümetler yanlış yola saparlarsa asker müdahale ederek balans ayarı yapamaz mı?

-Böyle bir şeyi anlamam ve düşünmem mümkün değildir. Hükümetleri yola getirmek için sivil-demokratik araçlar yeterlidir.
(Bu konuşmanın bir son soru-cevabı daha var ama gerginliğe meydan vermemek için onu yazmıyorum). Şimdi ben kendi ülkemde dönüp bakıyorum. İktidar atacağı birçok adımda askeri hesaba katıyor, onların hoşuna gitmeyecek, kendilerince yanlış buldukları bir tasarrufta bulunmaktan geri duruyor, durmadan -sütten ağzı yananların yaptıklarını yapıyor- yoğurda üflüyor. Bazı muhalif çevreler de askerin müdahalesine ümit bağlıyor, bunu dile getiriyor, bunun meşruluğunu savunuyor ve bazan da askere davetiye çıkarıyorlar. Durum böyle olunca demokratikleşme konusunda önemli adımlar atıldı demek bana oldukça zor geliyor. Yine demokratikleşme uğruna katlanılan AB yolculuğu da çok uzun ince bir yol; hem sonucu belli değil, hem de en iyimser tahminlere göre sonucun alınacağı tarihe benim yaşımdakilerin yetişmeleri zor. Bu durum da demokrasi dışı güçlere manevra imkanı veriyor. Devletin dine karşı tavrında (laiklik anlayış ve uygulamasında) iyileşme beklentisinin gerçekleşme durumu için de üç sembolik şeye bakmak gerekiyor: Başörtüsü, İmam hatipler ve genel olarak din eğitimi.

Bu iktidarın önünde, önemli bir kesimin/halk kitlesinin beklentisi manasında üç imtihan sorusu var: İmam Hatipler, genel olarak din eğitimi ve başörtüsü yasağı. İktidar ne yaparsa yapsın bu üç konuda halkı tatmin edecek bir şeyler yapmazsa (hatta yapamazsa) çok şey kaybedeceğini bilmeli, "Biz şunları yapabilirsek halk tatmin olur, diğerlerini gözünde büyütmez" diyenlere aldanmamalıdır.

Aradan bunca zaman geçtiği halde İmam Hatip Liselerinden mezun olan çocuklarımızın üniversiteye girerken (girmek isteyince) uğradıkları haksızlığı, hak gaspını, ayrımcılığı ortadan kaldıracak bir ıslahat yapılmamıştır. "Yapılmamıştır" kelimesini bilerek kullanıyorum; çünkü istendiği, öncelikler ve önem sırası buna göre belirlendiği takdirde iktidarın yapacağı, yapabileceği ıslahat vardır. Bu yıl vaad edildiği halde "meslek liselilerin lise fark imtihanı vererek düz lise mezunu olmaları"na imkan sağlayacak bakanlık tasarrufu bile hala gerçekleşmemiştir; hadi "kökten düzeltme YÖK'ün değiştirilmesine, bu anayasanın değiştirilmesine, bu da fincancı katırlarının ürkütülmesini göze almaya bağlı" diyelim, peki yukarıda söylediğim basit ve "geçici olarak rahatlama sağlayacak" düzenlemenin ihmal edilmesi veya geciktirilmesinin ikna edici mazereti olabilir mi? Varsa nedir?

Bu millet 1950 öncesinin Halk Partisine "İmam Hatip Kursları" açtırdı, elliden sonra Demokrat Parti'ye İmam Hatip Okullarını açtırdı, DP'den sonra gelen her iktidara yenilerini açtırarak okul sayısını beş yüzlere ulaştırdı, benim mezun olduğum yıllarda bütün farklı derslerden imtihan verilerek düz lise mezunu olma imkanı vardı, sonra imtihan edilecek dersler daha adil ve makul sayıya indirildi, sonra İHL.lerinden mezun olanlar mesleğe yönelme yanında hem ilahiyat hem de diğer branşlarda öğretim yapan bütün üniversitelere -imtihanı kazanmak ve eşit değerlendirme yapılmak kaydıyla- girme imkanına kavuştular. Demokrasinin kesintiye uğradığı askeri yönetimler bile bu okulları kapatmadı ve 28 Şubat'a kadar yüksek öğrenime girme konusunda bir kısıtlama/engelleme getirilmedi. 28 Şubat'ın yapıcıları bunu engelleyince "bu millet", demokrasiye geçilir geçilmez sivil iktidarlara, "engelleri ortadan kaldırmak için" fırsat verdi, kaldıramayanı kaldırdı. Bütün bu olup bitenler herkesin -ve bu arada iktidarın - malumu değil mi?

Kırk kere yazdım, bir daha yazayım: İmam Hatip dostları (milyonlar) hiçbir okulu İmam Hatip Okullarının yerine koymuyor ve bu manada ikame kabul etmiyorlar.

"Önce İmam Hatip Liselerini kuşa çevirelim (şu veya bu şekilde değiştirelim), sonra din eğitimi boşluğunu doldurmak için tedbirler alırız" diyenlere, "önce o tedbirler ne ise onları alın, görelim, halk görsün, tatmin olursa çocuğunu 'o tedbirlerin alındığı okullara' gönderir, İmam Hatip Liseleri de kendiliğinden özel amaçlı okullar haline gelir, sayıları buna göre oluşur" diyorlar. Bir koyup sıfır almaya hiç niyetleri yok.

TC. Devleti'nin Diyanet İşleri Başkanlığı varsa İmam Hatip Liseleri de olur. Demokrasi ve laiklik adına İmam Hatipler kapatılacak veya devletin okulu olmaktan çıkarılacaksa işe Diyanet'ten başlamak gerekir. Kutsal kitaplar gibi "meşruiyet tespiti" için başvurulan Avrupa standartları "devletin diğer liselerinin sahip bulunduğu haklara sahip olup kiliseye bağlı olan, özel olan, ağırlıklı din eğitim ve öğretimi yapan okulların açılmasına" müsaittir.

İktidar, İmam Hatiplerle ilgili imtihan kâğıdını bir türlü teslim etmiyor; ya boş veya dolu artık teslim etmelidir.

Diğer iki kâğıda gelelim:

İdeolojik kaygılarla/vehimlerle İmam Hatip Liselerinin önünü kesen bu iktidar değil, ama halk yapılan yanlışlığın ve haksızlığın düzeltilmesini bu iktidardan bekliyor. İktidar da bir şeyler yapmak istiyor; bundan şüphemiz yok, ama fazla "ince eliyor, sık dokuyor, yoğurdu üflüyor, her kesimi razı ederek yürümek istiyor" bu ise imkansızı istemek olduğu için işler (ıslahat) gecikiyor, sinirler geriliyor ve sabırlar tükeniyor.

İmam Hatiplere yapılan haksızlığı kökünden düzeltmek, müktesep haklarını geri vermek YÖK ile ilgili ıslahata bağlı. Bu ıslahatı gerçekleştirmek iktidara daha zor göründüğü için hiç değilse ve geçici bir rahatlama sağlamak için "fark imtihanı vererek liseyi bitirme" yolunun açılması düşünülmüştü. Düşünceyi hemen uygulamaya koymak yerine yine meşhur "sosyal uzlaşma" açmazına başvurulduğu için her kafadan bir ses gelmeye başladı. Bu seslerin sahipleri arasında sendikalar, partiler, rektörler de (ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras) var.

Tepki gösteren rektörlerin ortak gerekçeleri özetle şöyle: "Meslek liseleri ölür, ara eleman ihtiyacı büyür, paralar israf olur."

Bu gerekçeleri okuyanlar, fark imtihanı kapısı açılır açılmaz meslek liselerinin boşalacağını varsayıyor olmalılar; peki böyle bir ihtimal binde kaçtır, biraz düşünmek gerekmez mi? Vaktiyle bu imkan vardı, o zaman meslek liseleri boşaldı mı? Ayrıca bu rektörlerin anlamak istemedikleri bir gerçek daha var: İmam Hatip Liseleri, ilgili kanuna göre "meslek lisesi" değildir; "hem mesleğe hem de yüksek öğrenime öğrenci hazırlayan" liselerdir. "Hem yüksek öğrenime" cümlesini haksız olarak "kendi alanlarında" şeklinde kayıt altına alan tasarruf, ilgili bakanlığın himmetiyle düzeltilmeyi bekliyor. Kanun yıllarca böyle bir kayıt bulunmadan (bütün yüksek öğrenime açık olarak) uygulandı, o zaman meşru olan sonradan niçin meşru olmaktan çıkarılıyor? Bunun ideolojik bağnazlık ve hak tanımamadan başka açıklaması olabilir mi?

Bu genel gerekçe dışında mesela sayın Yurtkuran, "Çocuk meslek derslerini okuyor, sonra diyoruz ki, 'Gel bunları unut, sen hukuk oku.' Meslek liseliler için kendi alanları çerçevesinde sınavsız geçiş hakkını kolaylaştırmak için çalışmalıyız. İmam-Hatip lisesi mezununa sınavsız ilahiyata geçişin yolunu açmalıyız" diyor.

Rektöre şunları hatırlatırken bile rahatsızlık duyuyorum: Düz lisede okutulan dersler ve alınan bilgilerin birçoğu üniversitelerde belli branşlarda okuyan öğrenciler tarafından unutulmuyor mu? Bana coğrafya dersinde Misisipi nehrinin debisi, ülkemizdeki ırmakların uzunluğu bile ezberletilmişti, hayatımda hiç lazım olmadı. Meslek liselerinden mezun olanların kendi alanlarında imtihansız yüksek öğrenime geçmeleri düşüncesi de isabetli değildir; mutlaka seçme yapmak gerekir. Yüksek öğrenim hakkını kendi alanlarına hapsetmek ise eğitim ve öğretim ilkelerine değil, başka düşüncelere dayanmaktadır.

Sayın Aras, "Şimdiki sistemimizde sınavlarda da çok önemli bir rolü olan ortaöğretim başarı puanı var. O mezunların bu puanları nasıl olacak?" diye soruyor, daha doğrusu bunu da olmaması için gerekçe olarak kullanıyor. Sayın rektör bunun çözümü çok kolay, "öğrencinin lehinde olan hangisi (eski okulunun mu, imtihanını verdiği okulun mu) ise onun başarı puanı alınır ve uygulanır.

SHP Genel Başkan Yardımcısı Cafer Yüksel, "Eğitim sistemi, İmam Hatip liselerine feda ediliyor. Eğitimdeki sorunlar acil çözüm beklerken AKP'nin, bütün enerjisini İmam Hatip liselerine vermesi çok yanlış" diyor.

Bir kere "bütün enerjinin" değil, birazcık enerjinin bile bu konuya harcandığı tartışma götürür. Ayrıca eğitim sistemini, İmam Hatiplerin önünü kesmek için altüst edenlere ne demeli?
Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, "Bu formül İmam Hatiplerin yaşadığı irtifa kaybını kaldırmak için bir hamle. Meslek liselerinin önünün açılması, sorunların çözülmesi amacı taşımıyor. Amaç, meslek liselerini ve özellikle İmam-hatiplileri dört yıllık yükseköğretim programlarına kolayca sokabilmek. Bu, iktidarın güç ilişkilerine verdiği sözleri tutma çabasıdır" diyor. Hayır, sayın Dinçer, kimse İmam Hatiplileri kolayca üniversiteye sokma çabası içinde değil, istenen "haksız zorlaştırmayı" ortadan kaldırmak, adalet ve eşitliği sağlamaktan ibarettir.. Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, "Formülü destekliyor. Biz de bu projeyi önermiştik. Bırakalım, meslek liselerindeki zeki ve çalışkan çocukların önü açılsın. 1974 öncesine kadar bu formül Türkiye'de uygulanıyordu ve kimsenin bir sıkıntısı yoktu. Meslek lisesi deyince akıllara sadece imam-hatip lisesi geliyor. Oysa çok sayıda meslek lisesi var. Burada okuyan çocukları da gözden çıkarmamak gerek. ÖSS'de katsayı uygulamasını doğru bulmuyoruz" diyerek tarafsız veya haktan yana ilim adamına yakışır tavrını ortaya koyuyor.. Anavatan sözcüsünün şu uyarısına da kulak vermek gerekiyor: "YÖK'ün katsayıları belirleme de dahil tüm yetkileri duruyor. Önümüzdeki dönem bu mezunlara düşük katsayı uygulanmasının önünde hiçbir engel yok".

Bu iktidarın önünde bir imtihan sorusu, bir vazgeçilemez beklenti olarak duran ikinci husus genel olarak (İmam Hatip Liseleri dışındaki) din eğitim ve öğretimidir.

TC Anayasası'nın 24. madde, dördüncü fıkrası, zorunlu olan "din kültürü ve ahlak öğretimi" dersinden ayrı olan din eğitim ve öğretimini şöyle düzenlemiştir: "Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır."

Bu fıkrada iki eğitim ve öğretim birbirinden ayrıldığına göre bunlar arasında önemli farkların bulunduğu anlaşılmaktadır; yine anlaşılmaktadır ki, birinin diğerine irca edilmesi doğru değildir, birincisi (din kültürü ve ahlak öğretimi) yalnızca belli bir dinin öğretilmesi ve bu dine ait eğitimin yapılması mahiyetinde olmadığı için laikliğe aykırı olduğu da iddia edilemez. İkincisine (bunun dışındaki din eğitim ve öğretimine) gelince, bu isteğe bağlıdır. Niçin? Çünkü belli bir dinin öğretilmesini ve bununla yetinmeyip dinin inanç, ibadet, değerler... eğitiminin de verilmesini ihtiva etmektedir.

Anayasanın düzenlediği bu iki din eğitim ve öğretiminden birincisi -ki, bunda eğitim yoktur- iyi kötü okullarda verilmektedir. İkincisi ise veliler ısrarla istedikleri halde ortada bırakılmış ve önemli kısıtlamalara tabi tutulmuştur.

Ortada bırakılmıştır; çünkü bu öğretim ve eğitimi kimlerin vereceği, nerede vereceği, müfredatını, süresini, amacını kimlerin belirleyeceği belli değildir.

Önemli kısıtlamalara tabi tutulmuştur; çünkü bu eğitim ve öğretimin yalnızca Kur'an okuma ve temel din bilgileri alma kısmı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devamlı ve yaz kurslarına bırakılmış, ancak buralarda da önce öğrencilerin yaşları sınırlanmış (12 yaşına girmeden kurslara devam etmeleri yasaklanmış), bunun yanında öğretim ve eğitimin kemmiyet ve keyfiyeti de kuşa çevirilmiştir.

Anayasanın lafzına bakılırsa veliler istedikleri takdirde devlet, belli bir dinin eğitim ve öğretiminin yapılmasına izin verecektir. Veliler sivil örgütlenmeler yaparak okullar ve kurslar açabilecek, buralarda istedikleri eğitim ve öğretimi verdirebileceklerdir. Anayasaya göre tek sınırlama "devletin denetim ve gözetimidir". Açılacak okullar ve kurslar bu denetim ve gözetime açık olunca da ortada hiçbir hukuki engelin kalmaması gerekir.

İleri sürülebilecek bir engel de tevhîd-i tedrîsat kanunudur. Daha önce yazdığım bir seri yazıda bu kanunun delindiğini, Milli Eğitim Bakanlığı dışındaki bazı bakanlık ve birimlerin de okul açtıklarını, ayrıca bu kanunun değiştirilmesinin de mümkün olduğunu ifade etmiştim. Bir ülkede din eğitim ve öğretimi hakkı kısıtlandığı sürece orada "din özgürlüğü" eksik demektir. Ya devlet okullarında, özel manadaki din eğitim ve öğretimine de -isteğe bağlı olarak- imkan verecek, yer verecek, sınıf ve öğretmen tahsis edecek... ya Diyanet'in okul açmasına izin verilecek yahut da sivil kesimin din eğitimi için okul açmasının yolu açılacak ve devlet bunları gözetleyip denetleyecektir.

Türkiye'de bunların hiçbiri yapılmıyor, fuzuli (durumdan vazife çıkaran) müfettişler, 12 yaşından önce çocuklara Kur'an öğretiliyor diye ihbarlarda bulunuyorlar, vatandaş çocuklarına, eğitim ilkelerine göre zamanı geldiğinde din eğitim ve öğretimi verememenin sıkıntısını yaşıyor ve iktidar da hala bu konularda dişe dokunur bir şey yapmıyor.

İktidar seçim propagandalarında açıkça "Biz iktidara gelirsek başörtüsü yasağını kaldıracağız" dememiş olabilir. Ama başka konuşmalarda bundan söz edildiğinde şüphe yoktur, ayrıca oy verenlerin bunu ümit ettikleri, iktidardan bekledikleri de kesindir. İktidarın başörtüsü yasağına karşı olduğunda hiçbir şüphemiz yok, ama iktidarın bir şeye karşı olduğu biliniyorsa onu düzeltmesi beklenir, aksi halde ortada bir çelişki vardır ve bu çelişkinin hesabı sorulur. Soruya verilen "Biz bu meseleyi toplumun uzlaşması ile çözeceğiz" cevabı artık kitleleri tatmin etmiyor; çünkü toplumun bazı bağnaz, peşin hükümlü ve dayatmacı kesiminin bu konuda uzlaşmaya niyetleri olmadığı anlaşılmıştır. Kendileri başörtüsü kullanmadıkları halde yasağa karşı olan demokrat, insan hak ve özgürlüklerine saygılı kesimlerin uzlaşması yeterli görülmeli ve bu konuda da bazı adımlar atılmalıdır.

Başörtüsü yasağının kaldırılmasından söz edilirken ve bu konu tartışılırken karşı tarafın şöyle bir mantık yürüttüklerine şahit oluyoruz: "Bunlara üniversitede başı örtme imkanı getirirseniz bunu orta öğretimde ve kamu görevinde de isterler, bu sebeple üniversitede yasak devam etmelidir..."

Bu ifadede doğru olan, sözün "...isterler" kısmıdır, "...imkan verince isterler" kısmı ise yanlıştır; çünkü Müslümanlar bunu her zaman istediler ve isterler ve çünkü başörtüsü ile ilgili hükümleri (emir ve talimatı) koyanlar Müslümanlar değil, onların dinidir. Dinin istediğini Müslümanların da istemesinden daha tabii bir şey olamaz. Müslümanlar istemeye devam ederler, demokrasi ve insan haklarının verdiğini yöneticilerin (ve atanmışlar iktidarının) da vermesi gerekir. Vermeyiz derlerse "demokrasi ve insan hakları" sözünü etmesinler, kendilerinin bu kavramlar ve kurumlarla bir ilişkilerinin olmadığını (veya ilişkilerinin şartlı, kayıtlı, kısmen kabul, kısmen ret şeklinde olduğunu) itiraf etsinler.

Karşı tarafın dayanağı Türkiye mahkemeleri ile Avrupa İHM'nin kararlarıdır. Bunu ileri sürerek "Bu iş kapanmıştır, Türkiye'de bir başörtüsü meselesi yoktur" diyenlere bin defa da olsa şunu hatırlatmaya devam edeceğim: "Bu mahkemeler iktidara ve yöneticilere başörtüsünü yasaklayın demiyorlar, yasaklarsanız bu hukuka aykırı olmaz diyorlar". Peki yasaklamazsanız, "elbette bu da hukuka aykırı olmayacaktır". Şu halde YÖK değiştirilecek, üniversitelerin üstündeki saltanat sona erecek, üniversiteler bağımsız karar verebilecek, o zaman bu konu da çözüme kavuşacaktır.

Milli Eğitim ve diğer bakanlıkların selahiyetlerine giren alanlarda ise bu bakanlıklar yasağı kaldıracaklardır.

Anayasa Mahkemesi'nin "başörtüsünü laikliğe aykırı" bulması ve buna dayanarak bazı çevrelerin yasağı dayatması da birkaç yoldan halledilebilir:

1. Anayasanın laiklikle ilgili maddesine açıklık getirilir ve "başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeyen din özgürlüğü uygulamalarının laikliğe aykırı olarak yorumlanamayacağı" metne dahil edilir.

2. Anayasa mahkemesinin yapısı ve yetkileri yeniden belirlenir.

3. Bu mahkemenin aldığı bazı kararlar -gerekli düzenlemeler yapılarak- halka götürülebilir; çünkü bu mahkemenin bazı kararları siyasidir, demokrasilerde siyaset halka rağmen olamaz, hiçbir siyasi kurum (mesela altıya karşı yedi hakim) bu manada halkın yerini alamaz, almamalıdır.
Başörtüsü yasağını laiklik, çağdaşlık ve demokrasi adına savunanlara -bizim kitaplarımızdan aktarılacak sözlere kulakları tıkalı olduğu için- İtalya Eğitim Bakanı Letizia Moratti'nin -dün bizim gazetede çıkan- şu sözlerini aktarmak belki fayda verir: Resmi ya da özel bütün okullarda başörtüsünün serbest olacağını açıklayan bakan "Ülkemizde yaşayan Müslüman çocukların özgürlük ve haklarıyla hiç kimsenin oynamasına izin vermeyiz... amacımız İtalyan İslamı'nı gerçekleştirmektir; bundan da maksadımız Müslümanların dinini değiştirmek değil, onların inançlarını rahatça yaşamalarına olanak sağlamak, Müslüman bir göçmenin dini özgürlüklerini ve geleneklerini sürdürürken, ülke anayasasını ve kanunları da ihlal etmemesidir" dedi. İtalya'da (aynı uygulamayı yapan diğer Avrupa ülkelerinde ve ABD'de) demokrasiye, insan haklarına ve laikliğe aykırı olmayan başörtüsü Türkiye'de de aykırı olamaz.

2-16 Eylül 2005



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Makale
Sonraki Makale
İçindekiler
Tarihe Göre:
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Makale Sonraki Makale İçindekiler Tarihe Göre: Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi