HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Vâdesinde Ödenmeyen Borçlar vb.
Maraş'tan gelen sorulara cevap veriyorduk, cevapları bu sayıya kalan sorular şunlardı:

1. Satılan malın bedeli vâdesinde alınmadığında, satılan mal zamlanmamışsa fark almak veya dövize bağlamak câiz midir? Bu durumda fark talep edilebilir mi?
2. Banka teminât mektubu almak veya vermek câiz midir?
3. Finans kurumlarının kâr zarar hesaplarına katılmak câiz midir?
4. Bankaların veya finans kurumlarının sattığı ev, araba veya başka şeyleri satın almak câiz midir.

Cevap:
1. Satılan mala yerinde zam, fiat artışı gelmemiş ise, ülkede enflasyon yoksa, bu takdirde vâdesi geldiği halde borçlu, aldığı malın bedelini ödemeyince, satıcı (alacaklı) paranın değer kaybından veya sattığı malın vâdeden sonra zamlanmasından dolayı değil, tahsil edemediği alacağını tekrar üretime ve ticarete sokamadığı veya alacağına güvenerek girdiği teahhütlerini yerine getiremediği için zarara uğramaktadır. Bu muhtemel zararı engellemek için faize girmeden bir tedbir alınabilir mi?
Aslında böyle bir zararı engellemek için manevî tedbir, müeyyide her zaman vardır. Allah rızâsı için verilen borçlarda (karz-ı hasende) vâde yoktur, alacaklıya parası lâzım olup da istediği zaman borçlu, bulup buluşturup onu ödemek mecbûriyetindedir. Bir İslâm toplumunda, elinde parası olup âcilen ihtiyacı da bulunmayan herkes, ihtiyacı olana onu ödünç vermek durumunda olduğu için borçlunun para bulması da kolay olacaktır. Vâdeli borçlara gelince; bunlar da vâdesi dolunca alacaklıya ödenecektir. Alacaklıya ödenmesi gereken borç zamanında ödenmeyince borçlu günaha girer, kul hakkına tecâvüz etmiş olur; işte bu manevî müeyyidedir.
İmanların zayıfladığı, ahlâkın gevşediği ve bozulduğu zamanlarda, manevî müeyyideler yetersiz olduğundan maddî yaptırımlara da ihtiyaç vardır. Eski fıkhımızda, zamanında ödenmeyen borçlarla ilgili bir yaptırım benimsenmemiştir. Bunda, eski devirlerde, özellikle para cinsinden sermayenin bugünkü kadar önemli olmamasının rolü olabilir. Bir de faiz belâsına düşmemek için fukahâmız titiz davranmıştır. Akli gerekçe olarak da "Zamanında ödenseydi ve tekrar üretime, ticarete sokulsaydı mutlaka kazanacak mıydı, belki de zarar edecekti, şu halde kaybedilmiş bir kârdan, uğranılmış bir zarardan kesin olarak söz edilemez" denmişti. Yeni fıkıhçılar da bu konuda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Tazminata olumlu bakanlar bunun, ancak mahkeme kararıyla alınabileceğini ileri sürmüşlerdir; yani alacaklı dâvâ açacak, zararı isbat edecek, hâkim de tazminata hükmedecek ve alacaklı taraf ancak bu şartlarla tazminatı alacak.
Bize göre gerek şahısların ve gerekse finans kurumları gibi kuruluşların, hak edilmiş, vâdesi gelmiş alacaklarını, boçlu ödeme zorluğuna düşmediği halde, zamanında ödememiş olursa, doğan zarar sabit olmak şartıyla fark talep etmeleri normaldir. A'nın finans kurumuna veya bir şirkete vâdeli borcu vardır, zamanında ödememiş ve aradan altı ay geçmiştir, bu esnâda kurumun katılım hesabı sahiplerine verdiği kâr da sabit olmuştur; kezâ şirket, aynı malı ve hizmeti başkalarına da satmış ve bundan belli bir para kazanmıştır. İşte böyle bir durumda, A, ödeme imkânı bulunduğu halde kendi çıkarını tercih ettiği için borcunu ödememiş, parayı kullanmış, kurum ve şirket ise açık ve kesin olarak kârdan zarara uğramıştır; zararın miktarı da yaptığı işlemlerden elde ettiği kârdan bellidir. Bu kadar bir farkın talep edilmesi, zararı meneden İslâm'a göre câiz olmalıdır. Câiz olmayan, kurum ve şirketin, kazansın kazanmasın daha baştan, gecikmeye fark koymasıdır.
Yukarıda anlatılanlar akıllarına yatmayanlar için şu formüller de uygulanabilir:
a) Mal ödünç verilir, verildiği zaman -resmî muamele, ticarî işlemin şartları bunu gerekli kılıyorsa- herhangi bir paradan raiç karşılığı da yazılır, ancak yapılan işlem -niyete ve sözlü anlaşmaya göre- satım değil, ödünç verme işlemidir. Malı ödünç alan onu istediği gibi kullanır ve tüketir. Alacaklı talep ettiğinde veya vâdesi geldiğinde borçlu, alacaklıya gelerek isterse malı misliyle (piyasada bulunan aynı cins ve nitelikteki mal ile) öder, isterse -ödünç aldığı gün deftere yazılan meblağı değil- fiilen ödeme tarihindeki bedelini, üzerinde o gün anlaşacakları fiatı öder. Malı satan fiata, gecikmeden hâsıl olan kesin zararı da ekler; yani fiatı böyle tesbit eder, bu da teamül haline gelmiş bir fiat olacağı için fahiş sayılmaz.
b) Vâdeli satımlarda, ödeme sürelerine göre ayarlanmış fiat listeleri vardır; meselâ peşini bir milyarlık mal alan şahıs, üç, altı, dokuz... ayda ödeme yapma talebine göre bu listelerde farklı rakamları ( bir milyar ikiyüz, dört yüz, altı yüz gibi) görür ve kabûl eder. Satım yapılır, müşteri malı teslim alır, ancak fiat, tek vâdede, o vâdeye ait tek fiat olarak değil, ödeme tarihlerine göre belirlenmiş ve kabûl edilmiş olur. Müşteri fiilen ödeme yaptığı tarihte, ne kadar malın parasını ne kadar vâdede ödüyorsa o vâdenin fiatı (listedeki bedeli) alınır. Fıkıh dili ile konuşacak olursak burada, semende (malın bedelinde) satım işlemini bozuk (fasid) kılacak bir belirsizlik yoktur; ödeme tarihlerine göre fiatlar bellidir. Ayrıca bir belirsizlik olsa da, fiilen ödeme yapılınca satım sağlıklı ve geçerli hale gelir.
c) Borçlu, vâdesinde ödeme yapmak istemediğinde alacaklıya gelir, borç doğuran akdi bozarlar (ikâle), yeniden ve yeni bir fiat ve şartlarla satım akdi yaparlar.
d) Hanefîler gasbedilmiş malların menfaatlerinin (kullanma bedellerinin) tazmin yoluyla ödenmesine karşı çıkmış, Şâfi'îlerin aksine bunu câiz görmemişlerdir. Ancak vakıf ve yetim malları ile, üzerinden para kazanmak için bulundurulan mal ve araçların gasbedilmesi (sahibinin izin ve rızâsı bulunmadan kullanılması, elde tutulması) durumunda "istisnaî olarak menfaat tazmin edilir; çünkü insanlar sahibinin izni ve rızâsı olmadan alıp kullandıkları malın kullanma/yararlanma bedellerini ödemezlerse, durmadan bunu (gasp fiilini) yapar, insanları zarara uğratırlar" demişlerdir.
Bugün, sözünü ettiğimiz kurum ve kuruluşlarda sermaye, yatırım ve ticaret yoluyla üzerinden para kazanmak için bulundurulmaktadır. Bunu (vâdesi geldiği ve ödeme imkânı bulunduğu halde ödemeyen) sahibinin izni olmadan kullanan ve para kazanan veya sahibinin zarar etmesine sebebiyet veren kimselerin, zararı tazmin etmeleri tabîîdir. Aksi halde insanlar, İslâmî hassasiyetleri olan kurum ve kuruluşların paralarını, onların rızâları dışında (işte bu gasıp sayılmaktadır) bedava kullanmaya devam edeceklerdir.
Bütün bu işlemler, ödeme imkânı bulunduğu halde çıkarını tercih ederek ödeme yapmayan borçlulara uygulanır. Ödeme güçlüğüne düşen boçluya ise azamî kolaylık gösterilir, omuzuna basarak biraz daha batırma yoluna gidilmez.
2. Bazı işlemlerde banka teminât mektubu istenmekte, mektup alınmadığı takdirde o işlem (ihâle, teahhüt, ithalât, ihracât vb.) yapılamamaktadır. Teminât mektubundan başka garanti kabûl edilmez ve mektup da ancak bankadan alındığında kabûl edilirse alınması zarûrî ve câiz olur. Ödeme emrini de (ödemeye vekâleti de) ihtivâ eden garanti (teminât, kefâlet) işlemlerinde, mektubu veren (garanti eden) kuruma bir bedel ödemekte de sakınca yoktur. Gerektiğinde borcu, ödeme emri ve bunun için az da olsa bir hesabı olmayan mektup taleplerinde, bankaya ödeme yapmanın câiz olup olmadığı tartışılmıştır. Bankanın garantisi, bir hakiki şahsın kefâletinden farklı olduğu, kurum bu iş için mesai sarfettiği ve masraf yaptığı için bir bedel almasını câiz görenlere biz de katılıyoruz.
3. Özel Finans Kurmlarının kâr zarar hesaplarına katılmak, buralara para yatırmak câizdir; faize karşı İslâm'ın seçeneğidir.
4. Haczedilmiş malları satın almak, bu mallar için makûl olan bir fiata kadar arttırmak ve mal sahibini aşırı zarara uğratmamak şartıyla câiz olur. Haczedilip satılan mallar hemen satılmak durumunda olduğu için raiçleri de bir miktar düşük olur, bu normaldir. Ancak fırsattan yararlanıp öldüm fiatına mal kapatma durumunda, fahiş derecede eksik bedel ödenmiş olur ki, bu helâl değildir. Müslümanlar, dinî duyarlığı olanlar bu satımlara katılmalı ve malın fiatını, kendilerini zora sokmayacak makûl seviyeye kadar arttırmalıdırlar; bu da bir hizmettir, dayanışmadır.

İlgili arkadaşa (yukarıdaki çözümlere itiraz eden, tartışan müdüre) bir not:
a) Yazdıklarınız benim bilmediğim şeyler değil. Faizciliğe alternatif olarak oluşturulan kurumlarımızın yaşayabilmesi için, bazı tıkanıklıkları açmak gerekir. Ben bunları nasıl açabileceğimiz konusunda düşünüyor ve vardığım sonuçları açıklıyorum. İtiraz edenlerin de çözüm getirmeleri gerekir. "Başka çözüm yok, kural bu, ona uyar ve batarsa batar..." deniyorsa buna katılamam, batmaması için zarûret ilkesini devreye sokarım.
b) Benim teklif ettiğim çözümde, kurumun bir şekilde ( ya mevzûâta, anlaşmaya... yazarak veya şifahî olarak söylemek sûretiyle) karşı tarafa, yükümlülüklerini bildirmesi gerekir. Karşı taraf, 1 milyon borcunu vâdesinde ödemese de yine bir milyon olarak ödeyeceğini biliyorsa, akit buna göre yapılmış ise sonradan ek para alınamaz. Ama başta liste üzerinden işlem yapılır, hangi vâdede ödeme gerçekleşirse o vâdenin farkı fiat olarak belirlenir ve tahsil edilirse durum ve hüküm değişir.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler