HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


Küreselleşme, Demokrasi, Adâlet
Ağzını açan "küreselleşme"den söz ediyor, ona pozitif işlevler yüklüyor, onun adına kendine ait olan birçok değeri terketmeye hazır görünüyor. Sanki küreselleşmenin patronları, gaspedilmiş servetlerden ve emeklerden oluşan zenginliklerini daha âdil bir dünya sistemi içinde paylaşmaya karar vermiş, sanki kendi insanları için var olan ve kullanılan insan hak ve özgürlüklerini, bütün insanlara yaymayı amaç edinmiş, sanki yeryüzünde yaşayan bunca kültürün tek bir pota içinde eritilip, bu kültürlerin sahibi olan toplulukların tamamını hoşnut kılacak bir kültür birliğine (!) ulaşmak mümkünmüş gibi küreselleşme adına hayaller kuruluyor.
"Demokarsi araç mı, amaç mı?" konusunun tartışıldığı ülkemizde bu sistem tabulaştırılıyor, insanlığın amacı ve her derde deva olarak gösteriliyor.
İdeolojiler ve sosyal/siyasal sistemler birbiri ile karşılaştırılıyor, taraflar kendilerine ait olanın yaşadığını ve en iyisi olduğunu savunmaya devam ediyorlar; bu arada insan, onun mutluluk ve huzuru, ihtiyaçlarının temin ve tatmini, acılarının dindirilmesi, hâsılı adâletin gerçekleştirlmesi devamlı erteleniyor; isteneni vermek yerine ümit veriliyor.
Bizler içeriden "küreselleşme, demokrasi, kapitalizm, piyasa ekonomosi" ile ilgili anlayış ve uygulamaları tenkit ettiğimiz, bunlarla ilgili problemleri ortaya koyduğumuz zaman "çağın gerisinde kalmak vb." sloganlarla suçlanıyoruz. Bu sebeple bir de "dışarıdan bir şahidi konuşturalım" dedik. Bu şâhit, Polonya asıllı bir sosyalbilimci, Zygmunt Bauman. Postmodernlik ve hoşnutsuzlukları" adıyla Türkçeye çevirilen kitabında şunları söylüyor:
Artan bu eşitsizliğe eşlik eden bir diğer kaçınılmaz gelişme de "küresel yoksullar"ın -yani, dünyanın, hiç bitmeyen bir yoksulluğa duçar kalan ya da bırakılan bölgeleri- polis yoluyla hizaya getirilmesi ve dolayısıyla da suçlulaştırılmasıdır. Bu, zengin dünyanın önündeki, geciktirilmeye hiç gelmeyecek, çok daha karmaşık bir sorundur. Polis operasyonları, askerî seferler ve sorunlu bölgelerin uzun vâdeli "barışa kavuşturulması" ("pacification") mâliyeti yüksek işlerdir ve de tuzu kuru vergi mükellefleri evlerinden daha uzakta (ve dolayısıyla da kendi saâdetleriyle daha az ilgili) görünen yerlerdeki sorunlar için finansman sağlamaya hiç yanaşmıyorlar. Bundan dolayı "küresel yoksullar"ı etkisizleştirme işi, içerideki cezâevi sisteminde yarım ağızla ve zorla yürütülen, cezâi ve nezaretsel faâliyetlerin serbestleştirilmesi, özelleştirilmesi ve ticarîleştirilmesi için en uygun durumdur. Bu işin tamamen, bütçenin "borç" kısmından "alacak" kısmına geçirilmesi için öyle çok da yaratıcı olmaya gerek yok: uzak memleketlerdeki yerel şefler ve diktatörlere sofistike silâhlar vererek hem finansal kazanç sağlarsınız hem de herkesin gözü önünde yaşamın bu şekilde vahşîleştirilmesiyle yoksulların itiraz potansiyellerini kırarsınız. Hiç bitmeyen, gittikçe daha yıkıcı ve daha az ideolojik (ya da bu anlamda, başka "amaçlar-doğrultusunda" yürütülen) iç (ya da basitçe çete) savaşlar(ı), zengin ülkelerin gözünde, küresel yoksulları bastırma ve yatıştırmanın en etkin, ucuz ve çoğunlukla kârlı yoludur. Herkesin izlemesi için milyonlarca TV ekranından yayımlanan bu görüntüler, yoksulların vahşetinin ve sefâletlerinin kendi kendini yakan karakterlerinin apaçık bir şahidi olmanın yanında, bırakın servetin yeniden dağıtılmasını, bunlara yardım etmenin bile boşuna olduğu argümanını destekliyor...
Aynı şekilde demokrasi, sorunların -ve özellikle de toplumsal adâlet sorunu ile kamu işlerinin etik kalitesi sorununun- kamuda özgürce tartışılmasının da gerekli bir koşuludur. Demokrasi ve bunun ifade ve açık tartışma özgürlüğü olmadan iyi bir toplumun nasıl olacağının, siyasal karar alma mekânizmasının öngörmesi gereken genel hedeflerin, bunların sonuçlarının eleştirel olarak değerlendirileceği ilkelerin ciddî biçimde değerlendirilmesini ya da olası riskler ve bunların engellenme yolları hakkındaki kamusal bilincin varlığını düşünmek zordur. Ancak burada da görülüyor ki, kamusal bilincin gerekli bir koşulu olan demokrasi, böyle bir bilincin gerektirdiği bir kamusal hareketin yeterli koşulu değildir. Kamusal tartışmalarda desteklenen değerler ile gerçekleşmeleri siyasal uygulamalara bağlı olan değerler arasında artan bir uçurum ve hattâ bir çelişki görülüyor. Bugün neredeyse herkes savaştan, zulümden, katliâmdan, tecavüzden ve yağmadan nefret ediyor. Fakat gittikçe artan bir ölçekte cereyan eden savaş ve katliâmlar, bugün savaşan ve gelecekte savaşacak olan gruplara, üretim ve satışları ulusal ödemeler dengesi ve istihdamın muhâfazası adına, siyasetçilerce ve seçmenlerce gayretle desteklenen modern silâhların sağlanması ile biraz daha kolaylaştırılıyor. Açlık ve yoksulluk tabloları evrensel tehlike ve öfkeyi körüklüyor. Buna rağmen, serbest ticaret, açık piyasalar ve lehte ticaret dengeleri adına yoksun ve kadersiz halkların ekonomik öz-yeterliliklerinin baltalanması, demokratik seçmenlerin büyük desteğini alabiliyor. Doğal kaynakların gittikçe tüketilmesi ve böylece gelecek kuşakların yaşam koşullarının ipotek altına alınması, herkesin protesto ettiği ve yasını tuttuğu bir şey. Fakat "ekonomik büyüme"nin arttırılmasını -yani yenilenemeyen doğal kaynakların biraz daha tüketilmesini- vaat eden politikacılar her yerde hâlâ seçim (başarıları) kazanabiliyorlar...
Gerçekten de, "küreselleşme" ile "yerelleşme" ("territorialization") arasında yakın bir akrabalık, karşılıklı bir koşullanma ve teşvik görünüyor. Küresel finans, ticaret ve enformasyon endüstrisi, kendi amaçlarını kovalama doğrultusunda gereken sınırsız özgürlük ve hareket serbestileri için, dünya sahnesinin siyasal parçalanmasına muhtaçtırlar. Yani, bunların çıkarları "zayıf devletler"den yanadır: evet, hâlâ devlet olan zayıf devletler. Böyle devletler kolaylıkla, işlerin yürütülmesi için gereken minimum düzeni sağlayan, fakat küresel şirketlerin özgürlükleri için etkin bir fren olmaktan uzak, (faydalı) yerel karakollara indirgenebilir. Bu "zayıf devletler"in yerine, küresel bir tür yasama, ve polis güçlerinin ikâmesinin yerel-ötesi şirketlerin çıkarlarına ters/zararlı olduğunu görmek hiç de zor değildir. Yine, birbiriyle çatışmaktan çok uzak olan siyasal "kabileleşme" ve ekonomik "küreselleşme"nin, danışıklı dövüşen yakın dostlar olduğu pekâlâ söylenebilir. [Danışıklı dövüşerek] komplo kurdukları şey ise, adâletin gerçekleştirilmesi ve gerçekleştirilecek olması olasılığıdır. Bir de, yerel sorumlulukların, sürekli/tutarlı bir küresel adâlet bilincine dönüşmesi -ve etkin bir biçimde etik ilkelerin yönettiği bir siyaseti doğurması- olasılığıdır.


 


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler