HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


TÜRGEV ve diğer hizmet vakıflarımız (Ek: Ahmet Yaman ve Yasin Aktay'ın Yazıları)

Din anlayışını ve hizmetini belli bir şahsa, gruba, mezhebe ve meşrebe bağlamadan benimseyip yürüten hasbî (Allah rızası için kurulmuş ve çalışan) vakıflarımız var. Bu yazıda ele alacağım vakıflar genel olarak örgün din eğitimi ve özel olarak da İmam Hatip Okullarını öncelikli hizmet alanı olarak seçmiş bulunan ENSAR ve ÖNDER ile üniversite gençliğine yurt ve yuva kuran İlim Yayma ve TÜRGEV'dir.

Bu vakıflar çatı mahiyetinde olup Anadolu'da şubeleri ve uzantıları vardır, hizmetleri belli bir coğrafi noktaya ve bölgeye mahsus değildir.

28 Şubat'ın hedefi Türkiye'de İslamlaşma hareketini bitirmek olduğu için bu vakıflara da (o zaman mevcut olan üçüne) el atmış, zarar vermiş, faaliyetlerini durdurmuş, ilgililere eziyet etmişlerdi. Gün geçti, devran döndü, bu ülkenin öz çocukları "biz de varız" diyerek çeperden merkeze doğru ilerlediler, önü kesilmek, sayıları iyice azaltılmak istenen İmam Hatip okulları yeniden canlandı, sayıları arttı, mezunları etkili makamlara geldiler, ülkede söz sahibi oldular. Halkın farklı kesimleri ile müsbet ilişkiler kuruldu, Alevîler, Kürtler, Çingeneler gibi yıllarca dışlanmış insan kesimlerine eşit vatandaşlık anlayışı içinde el uzatıldı. Hasılı güzel şeyler oldu ve oluyor.

Kendilerini ülkenin sahibi, büyük Müslüman çoğunluğu da "ıslah edilerek kendilerine dönüştürmeyi" vazife bilmiş bir avuç "iki cami arasında kalmış bînamaz"; yani ne kendi olarak kalmış ne öteki olabilmiş kişiler topluluğu bu gelişmeyi hazmedemediler. Şimdi demokrasinin feda edilmesi pahasına bile olsa yeniden eski imtiyazlarına kavuşmak için içeride ve dışarıda ellerinden geleni arkada bırakmıyorlar. Akparti iktidarı ve onun liderini ortadan kaldırmak, istedikleri ilk, belki tek hedefleri.Yeni neslin maddi ve manevi olarak beslendiği kaynakları kurutmak da stratejik hedefleri arasında.

Yukarıda adlarını yazdığım vakıflardan biri olan TÜRGEV, ilgilileri arasında başbakanımızın oğlu ve kızı da bulunduğu için hedef tahtasına kondu, malum çevreler iş ve elbirliği içinde iftiralar attılar, karalama kampanyaları yaptılar. Hakkı ihkak (korumak, gerçekleştirmek) için önce bu vakfın ne yaptığını vakıf başkanının ağzından verelim, sonra da ithamlarla ilgisini görelim:

« Ülkemizden ve dünyadan pek çok genç üniversite eğitimi için İstanbul'u tercih etmektedir. Eğitim için tercih sebebi olan bu güzel şehirde geleceğimizin mimarı olacak gençler için eksikliğini gördüğümüz bir alanda hizmet veriyoruz.
Kurulduğumuz günden bu yana binlerce öğrenciye ev sahipliği yaptık. Ailesinden uzakta yüksek öğrenimini devam ettirecek kızlarımıza aile sıcaklığında bir ortam sağlıyor, İstanbul'daki aileleri biz oluyoruz. Öğrencilerimizi önce Allah'ın sonra ebeveynlerinin emaneti olarak alıyoruz yurtlarımıza. Sonrasında yurtlarımızın idari ve yardımcı personeli büyük bir sevgi ve merhametle çocuklarımızı kabul ediyor. Onların mutlu, huzurlu bir öğrencilik geçirmeleri ve geleceğe daha iyi hazırlanmaları için ne gerekiyorsa yapıyorlar.
Sene içinde de çeşitli kültürel faaliyetler, kurslar, seminerler ve gezilerle kızlarımızın eğitimine destek oluyoruz. Tek isteğimiz çocuklarımızın ahlaklı, bilgili ve sosyal açıdan tam donanımlı gençler olarak yetişmeleri.
Bu sebeple tüm enerjimizi gençliğin eğitimi için kullanıyoruz. »

Bu kadar güzel ve faydalı bir faaliyet içinde olan bir vakfı hedef tahtası yapmanın asıl sebepleri nelerdir?

Gelecek yazıda.

Ve bir teşekkür:
Ahmed Yaman ve Yasin Aktay dostlarıma, kadirşinas ve lütufkâr yazılarından(*) dolayı teşekkürler ediyor, sağlık ve başarılarının devamını diliyorum.

22.06.2014


(* Editörün Notu: Ahmed Yaman ve Yasin Aktay'ın ilgili yazıları aşağıdadır:)

Prof. Dr. Ahmet Yaman / "Hayreddin Karaman Sadece Hayreddin Karaman Değildir!"

O aynı zamanda İmam-Hatip neslinin önderi, Yüksek İslâm Enstitülerinin sembol ismidir. Akademideki pek çok ilim insanının ama özellikle de İslâm Hukuku alanında çalışanların hocasıdır. Bu topraklarda, ibadetinden hukukuna, siyasetinden ekonomisine İslâm’ın yaşaması ve yaşatılması sevdasına sahip olanların mutlaka semtine uğradığı ve kanaatini merak ettiği bir değerdir. Yani bir anlamda sendir ve bendir. Hayreddin Karaman Türkiye’dir.

Dinin hayata, hayatın hem objektif norm gerektiren boyutuna, daha açık deyimiyle hukuk, siyaset ve ekonomiye hem de sübjektif alanına yani ahlâk ve vicdana ne dediğini tespite çalışan Hayreddin Karaman, ulaştığı sonuçları hem dersleriyle ve kitaplarıyla hem de gazete ve dergi yazılarıyla 1960’lardan itibaren paylaşan bir âlimdir. Yukarıdaki muhtevaya ilişkin her gün onlarca soruya da muhatap olup bunları cevaplandırdığı için aynı zamanda müftüdür de.

Fetva, müçtehidin ulaştığı dinî-hukukî sonucu, kendisine yöneltilen somut olaya/soruna uyarlamasıdır. Her olayın kendine özgü içerikleri, benzerlerinden farklı boyutları olabilir. Bu sebepledir ki, yargı kararının “genellik” karakterinin aksine, fetva “özel”dir. Fakat fetvanın özel nitelikte oluşu, onun kuralsız ve bütünüyle müftünün sübjektif görüşüne tâbi bir sonuç olduğu biçiminde anlaşılmamalıdır. Çünkü müftü; dinin ana kaynakları, ilk dönemlerde meydana gelen genel kabul çerçevesi (icma), zamanla gelişen doktriner miras ve sistematik tutarlılık dörtgeni içinde icra-yı faaliyet eyler. Dolayısıyla dilediği gibi veya birilerinin işini görmek üzere fetva veremez. Böyle bir tutum, Müslüman toplumların şimdiye kadar hiç arıza vermemiş ve “ümmetin hata üzerinde birleşmeyeceği” ilahî garantisine dayanarak kıyamet sabahına kadar da çalışmaya devam edecek radarlarına derhal yakalanır ve mâşerî vicdan tarafından yargılanıp reddedilir. İslam tarihi ve daha özelde fıkıh-fetva tarihi sayfalarında gezinenler bu gerçeğin örneklerini zorlanmadan bulabilirler.

Kul hakkı

Hayreddin Karaman, işte bu ortak vicdanın benimsediği ve fetvasını önemsediği bir müftüdür. Onun, dinî-hukukî hükümlerin kendilerine müracaatla elde edileceği müsellem kaynaklara dayanan ve tutarlı bir metodolojik zemine oturan fetvalarını, fikren ya da amelen sahip olduğunuz standartlara uygun bulmayabilirsiniz. Bu sizin sorununuzdur. Kaldı ki fetva zaten bağlayıcı da değildir. Ama ideolojik duruşunuza aykırı ve politik kavganızda size yaramıyor, aksine elinizi zayıflatıyor diye onların sahibini “parti müftüsü” veya “dine dayalı bir meşrulaştırma mercii” olarak yaftalamak hakkını vermez. Bu davranışın, asgari nezaket kurallarıyla bağdaşmayacağından ya da dinî jargonla “kul hakkı” sorunu doğuracağından dem vuracak değilim. O bir bahs-i diğer. Ama bu yaklaşımın, bilimsel zihniyetten ve akademik ahlâktan yoksun olduğunu belirtmek mecburiyetindeyim.

Bu yoksunluğun/yoksulluğun işaret fişeği de şu cümle olsa gerektir: “Hayreddin Hoca, muhataralı icraatları verdiği fetvalarla ve daha sonra Yeni Şafak’taki köşesindeki yorumlarıyla meşrulaştırıyor. Şer’î mesnedler, teviller ve (belki de en önemlisi) zaruretler buluyor Fıkha göre sınır tayin etmek çok zor. En nihayetinde ‘saçma tevil götürmez’ diye, sıkıştığınız yerde imdadınıza ‘zaruret hali’ yetişiyor. Sığınacağınız en son kale ‘ızdırar’ hali. Böyle bir perspektifle makul ve meşrû bulamayacağınız hiçbir icraat yoktur.”

Zaruret bahsi ve fetvası

Uzaydan gelmiş birisine bu cümleyi okusanız size yapacağı çıkarım herhalde şu olur:

Türkiye Cumhuriyeti din kurallarıyla yönetiliyormuş,

Bu kuralları yorumlayan kişi Hayreddin Karaman imiş,

Bu kişi, söz konusu kuralların bile onaylamayacağı icraatı, arayıp bulduğu dinî mesnedler ve zorlama fetvalarla meşrulaştırıyormuş,

Hiç yapamıyorsa “zaruret var; bu durumda her şey meşru olur” deyip işin içinden çıkıyormuş.

Doğru, hakikaten “saçma tevil götürmüyor”.

Mamafih kamuoyunu aydınlatmak bakımından bu saçmalamalardan sonuncusu üzerinde biraz duralım.

Bütün hukuk sistemlerinde ve tabiatıyla Müslümanların geliştirdiği fıkıh doktrininde önemli bir terim olarak yerini alan “zaruret” dinin yasaklarını ihlâl etmeyi mubah kılan büyük tehlike, zarar ve mübrem ihtiyaç anlamına gelir. Hayreddin Karaman’ın daha açık tanımıyla zaruret, “sağlanmadığı, riayet edilmediği zaman hayatın derhal veya belli bir süre içinde sona ermesine veya zor, sıkıntılı, verimsiz... geçmesine sebep olan ihtiyaç ve durum” demektir. Öyle ki yasağa uyulması durumunda hayat, din, nesil, akıl ve mal şeklinde sıralanan ve zarûriyyât denilen beş temel haktan birinin tamamen ortadan kalkması ya da telâfisi mümkün olmayacak şekilde zarar görmesi söz konusu olacaktır. İşte bu nazik durumda fakih, beş temel değeri koruyabilmek için sadece o ana ve o kişiye hatta bazen o topluma özgü olmak üzere yasağı askıya alan bir fetva verir.

Zaruretin iki boyutu olduğunu söyleyen Karaman ardından şu açıklamayı yapar: “Birinci boyut hayatî olandır; gereği yapılmazsa arkasından ölüm veya sakatlık gelecektir. İkinci boyutu normal hayatı engelleyen, sıkıntıya düşüren ihtiyaçtır; gereği yapılmazsa hayat devam eder, ama sıkıntılı olur, birçok iş, verim, üretim, hizmet aksar, uzun vadede birinci boyuta da geçiş olabilir. İşte bu iki boyuttaki zaruret de “zaruret hali kalkıncaya kadar ve ihtiyacı karşılayacak ölçüde” birçok dinî yasak ve haramı kaldırır.”

Zaruret gerekçesini kalkan yaparak fetva vermek öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değildir. Böyle bir fetva verebilmek için somut verilerin olması ve müftünün belli şartlara riayet etmesi gerekir. Bu şartlar arasında en önemlileri ise, aslî yasak/haram hükmünde ısrar edilmesi halinde telâfisi mümkün olmayacak şekilde ağır bir zararın ortaya çıkacağının kesinlik kazanmış olması, zaruretin gerçekleşmiş olduğunun zanna-vehme değil objektif ölçülere bağlı olması, içinde bulunulan tehlike ve tahammülü zor durumun meşru tedbirlerle giderilememesi, yasağı/haramı çiğnemek suretiyle korunacak değerin yasakla korunması amaçlanan değerden daha öncelikli olmasıdır.

Geldiğimiz nokta da son durak değildir. Yine Hayreddin Karaman’ın ifadeleriyle “Dinde bir kural daha vardır: ‘Zaruretler geçici olarak yasakları kaldırır, haramları mubah kılar.’ Birçok durumda zaruret bulunduğu halde mubah olma iznini kullanmamak (azimetle amel etmek) daha üstün bir dindarlık davranışıdır, ama izni kullanmak (ruhsat ile amel etmek) de bir imkândır, dindarlığa aykırı değildir, günah değildir.”

Hayreddin Hoca ne yaptı?

Şimdi sormak lazım; Hayreddin Karaman son on yılda bu çerçeveyi aşan hangi siyasî fetvayı vermiş; bu fetva ne tür kötü sonuçlar doğurmuş, kimin haksızlığa uğramasına yol açmış, Müslümanları çıkmaza sürüklemiş, ülkeyi kaos ortamına çekmiş, İslâmî duyarlılığı zayıflatmış, dine ve fıkha güveni sarsmış ve en önemlisi 1960’lardan itibaren sergilediği anlayış ve sahip olduğu duruştan kendisini saptırmış.

Yine sormak lazım, Hayreddin Hoca, bazılarının dediği gibi “yolsuzluklar ortaya çıkartılsın” diyenleri önce “müfteri” sonra da “günahkâr” mı ilan ediyor, yoksa elinizde somut delil olmadan bu suçlamaları yaparsanız sadece gıybet değil, iftira suçu da işlemiş olursunuz uyarısında mı bulunuyor?

Hoca’nın yaptığı şey, birilerinin sokak ağzıyla dediği gibi “doğrudan dini, bu temize çıkartma işi için bir sopa gibi kullanması, herkesi ‘günahkâr’ olmakla suçlaması ve siyasî tarafı için inancını sıradan bir araca dönüştürmesi” mi yoksa bugün etini yediğiniz ya da kanını içtiğiniz Müslümanların karşısında yarın mahcup olmayasınız çırpınışı mı?

Akıl, iz’an ve insaf yeteneğinizi kin bürümediyse, sizin belli sebeplerle “e”ye düşman olmanız, hocanın ortalama her hal ve kârda standart olan fetvasının “e”yi koruması olarak lanse edilmesi sonucunu doğurmamalıdır. Elde delil olmaksızın birinin suçlanması iftira olur dediğinde, suçlanan kişinin sizin belli sebeplerle düşmanınız olan “e” olması hocanın onun avukatı olduğu anlamına gelmez. Zira o; dinin, aklın ve hukukun değişmez gerçeğini dile getirmektedir. Siz de iyi biliyorsunuz ki, söz konusu kişi “f” olsaydı o, yine aynı fetvayı verecekti.

Aslında o sizin için de çırpınıyor. Ahirete hesap bakiyesi bırakmayasınız diye. Tercih sizin. Zaten bu hür tercihimiz sebebiyle hesaba çekilmeyecek miyiz?

Prof. Dr. Ahmet Yaman/NEÜ İlahiyat Fakültesi
http://haber.stargazete.com/acikgorus/hayreddin-karaman-sadece-hayreddin-karaman-degildir/haber-896113



Prof. Dr. Yasin Aktay / Kim kimin fetvacısı?

Mümtazer Türköne'nin Hayrettin Karaman üzerine Zaman Gazetesi'nde arka arkaya yayımladığı yazıları büyük bir hüzünle ve tabii ki ibretle okudum. Hüznüm, onca edebiyatın, onca siyaset bilimi müktesebatının, onca tecrübe birikiminin nasıl bir duygusal zeminden beslenip bir karakter suikasti için nasıl birer kurşuna döküldüğüne tanık olmaktan.

Türköne bütün yazılarının hülasasında Hayrettin Karaman'ı iktidarın yaptıklarını meşrulaştıran, onun her yaptığına fetva veren bir 'iktidar müftüsü'ne indirgemiş.

Öncelikle belirtelim ki, Türköne'nin yazdıklarının hiç bir analitik değeri yok. Önce 17 Aralık, olmadı 25 Aralık, o da olmadı taş patlasa 30 Mart tarihine kadar devrileceğine dair bir yerlerden kesin tüyolar almış olduğu hükümetin devrilememiş olmasına kızdığı, öfkelendiği zaten besbelli.

Epey zamandır yazdıkları hep bu yanılmış veya yanıltılmışlığa olan öfkesini yansıtıyor. Ama öfkesini kendisini yanıltanlara yönelteceğine, bir darbeye maruz kalıp devrilememiş olanlara yöneltiyor. Yine artık besbelli ki Türköne hükümetin 30 Mart'ta devrileceğini tahmin etmemiş, hükümetin devrilmesini hedeflemiş bir stratejinin içinde fiilen yer almış. Yani fiilen içinde yer aldığı bir eylemin haberlerini veriyormuş siyaset bilimi üstad. Yıllarını darbelere karşı mücadeleye adamış siyaset bilimcisi üstadımızın geldiği noktaya hüzünlenmezsiniz de ne yaparsınız?

Bu öfkeyle kalkan üstad, eteğinde ne kadar siyaset bilimi kavramı, tarih bilgisi varsa beraber hareket ettiği siyaset yoldaşlarının hizmetine sunuyor, onlar adına, veya belki kendi öfkesi adına, karşı cephenin en muteber isimlerine bodoslama dalıyor. Dalıyor dalmasına da, bahsettiği kişi Hayrettin Karaman hoca.

Hayrettin hocanın Türkiye'nin mütedeyyin insanı için müstesna bir yeri vardır. Dün Ahmet Yaman'ın Star Açık Görüş'te ifade ettiği gibi Hayrettin Karaman sadece Hayrettin Karaman değildir. O hiç bir zaman iktidar ilgisini kendisine paralel yapılar kurma yolunda bir çabaya dönüştürmüş biri değil. İlminden başka ihtiyaç duyduğu bir iktidar alanına tenezzül etmiş biri de değil. Şimdiye kadar polis teşkilatına, istihbarat kurumlarına, TSK'ya ve devletin herhangi kritik bir kurumuna ileride lazım olur diyerek adam sokma çabası olmamıştır.

Maamafih Karaman'ın Başbakan'a olan genel ilgisi ve muhabbetini de bilmeyen yok. Başbakanın o düzeyde birini ne kadar dinliyor ve dikkate alıyor olduğunu bilemem, ama alıyorsa o da sayın başbakanın büyüklüğünü ayrıca bir daha gösterir.

Karaman hoca yıllardır Yeni Şafak'ta köşe yazarlığı da yapıyor, olup bitenlere dair kendi yorumlarını, görüşlerini kendi dilinden serdediyor. Böylece de her türlü eleştiriye kendini zaten açmış bulunuyor. Hiç bir zaman bir 'hocaefendi hazretleri' lakabının sağladığı mistik dokunkulmaz otoriterlik alanına kapanmadı. Yeri gelmiş ben de onu eleştirmişim, ama o bütün eleştirilere yine aynı seviyeden karşılık vermiştir.

Bu haliyle aslında Hayrettin Karaman, çok kendine özgü bir alim modeli ortaya koyuyor ve hiç bir zaman söylemekten çekinmedim, tıynetimde Allah ve Resulü'nden başka hiç kimsenin her söylediğini sorgulamaksızın almak yoksa da, Karaman hoca farklı meselelerde görüşlerini en çok merak edip dikkate aldığım alimlerdendir.

Yıllar önce İletişim Yayınları'nda editörlüğünü üstlendiğim Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: İslamcılık kitabında onu ele aldığım yazının başlığını 'Türk İslamcılığının Otantisite Kaynakları' diye koymuştum. Karaman ile Türkiye'nin İslamcı duyarlılığı veya toplumsallığı arasındaki ilişki o derecede otantiktir, sahihtir.

Türköne, Karaman'ı iktidar müftüsü ilan ederek, onun adeta dini iktidarın hizmetine sunduğu imasında bulunarak bir analiz yapmıyor, iftira atıyor, hakaret ediyor, uzun ve hiciv dolu yazıları yoluyla da yaptığı sadece bir karakter suikastından ibaret oluyor. O yüzden Türköne'nin bu düzeyde Karaman hakkında söylediklerinin hiç bir kıymeti olmuyor, ama belki Karaman hocanın Türköne hakkında söyledikleri veya söyleyeceklerinin veya susmasının bir önemi olur.

Karaman hoca bir şey demeden, ben kendisini iktidar müftülüğüyle suçlayan Türköne'nin bu yaptığıyla kimin fetvacılığına soyunduğunu sormak isterim. Bu kadar siyaset bilimi literatürünü, jargonunu birine karşı silah olarak 'hizmete' sunacak, bu kadar duygusal bir mecraya sokan motivasyon nereden geliyor?

Aslında bugün artık herkesin cevabını bildiği bir soru bu. Ama Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kaydettiği en para-politik siyasi hareketini Sivil İslam, geriye kalan diğer bütün dini cemaatleri resmi İslam diye nitelemek için Türkiye'ye ne kadar yabancılaşmak gerekiyor acaba? Açıkçası bu kadar yabancılaşma ancak siparişle olur.

Bu eleştiri köşe arkadaşı Ali Bulaç'a da gitsin tabii. O da sosyolojinin ve İslamcılığının bütün müktesebatını bu denklemi işlemek üzere harcamadı mı? Bedelsiz yapılacak bir fedakarlık değil bu? Ya çok inanırsınız, ideolojik gözünüz başka bir şey göremez kılar sizi veya bir görev alırsınız?

Mevzu göz ve görmek ise, üşenmeden göstermeye çalışalım: Sizin o sivil İslam dediğiniz hareket Türkiye'de şimdiye kadar ancak ordunun yeltenebildiği türden, hatta ondan çok daha kapsamlı bir darbe girişiminde bulundu ve başarısız oldu. Bütün başarısız darbe girişimleri gibi şimdi önce toplum nezdinde mahkum oluyor, tabii ardından yasal yargılama da gelir.

Sizin o sivil dediğiniz hareket şimdiye kadar hiç bir dini cemaatin hatta masonların bile yapmadığı şekilde TSK, emniyet, istihbarat, yargı, idari bütün devlet kurumlarına, kendi hiyerarşisine tabi olacak şekilde organize olmuş adamlarını soktu. Neresi sivil bu hareketin Allah aşkına, neresi ahlaklı nesil yetiştirme, eğitim hareketi? Allah muhafaza başarılı olsaydı, Türköne'ye ne vaat edilmişti, Ali Bulaç'a ne? Müftülük veya siyasal teorisyenlik keser miydi acaba?

Kalkıp başarısız olmuş bir darbenin faillerinin hemen dini boyutuna dikkatleri çekip bugün 'sivil' diye yutturmaya kalkmak o vaatlerin karşılığı değilse nedir? O da tarihimizin kaydettiği en ağır din istismarı değilse nedir?

Prof. Dr. Yasin Aktay - 16.06.2014
www.yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/kim-kimin-fetvacisi/54353


Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Önceki Makale
Sonraki Makale
Makale Listesi
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Önceki Makale Sonraki Makale Makale Listesi