HayrettinKaraman.net Site Ana Sayfasına Geçiş Facebook Sayfasına Geçiş Twitter Sayfasına Geçiş instagram Sayfasına Geçiş YouTube Sayfasına Geçiş
Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
 


İran Gezisi Üzerine 48

Sayın Hocam, 14-30 Eylül 1991 tarihleri arasındaki İran İslâm Cumhuriyeti gezinizin izlenimleri ışığında İran'da uygulanan İslâm Devleti modelinin şer'îliği noktasında değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Şer'î, şerîate uygun devlet, İslâm'ın ana kaynakları olan Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'i, siyâsî, ictimâî, hukûkî, iktisadî, ahlâkî düzeninin temeli kılan, bu kaynaklara aykırı düzenlemelere ve uygulamalara izin ve imkân vermeyen devlet demektir. Orada gördüklerim cumhuriyetin, İslâm'ı nizâmına temel kıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Buna ek olarak yine orada iken satın aldığım ve okuduğum İran Anayasası ile medenî kanunu da "cumhûriyetin şer'îliğinin" açık ve kesin delilleridir.
Anayasanın ikinci maddesine göre İran İslâm Cumhuriyeti şu iman temeli üzerine kurulmuştur:
a) Allah birdir (lâ ilâhe illallah), hâkimiyet ve kanun koyma hakkı yalnızca O'na mahsustur, O'nun emrine boyun eğilir.
b) Kanunlar ilâhî vahye dayanacaktır.
c) Âhiret vardır ve insanın Allah'a doğru tekâmül yolculuğunu bu iman yönlendirir.
d) Yaratmada ve düzenlemede Allah adâlete riâyet etmiştir.
e) İslâm inkılâbının devamı imâmetle ve imamın rehberliği ile kaimdir.
f) İnsan yüce ve değerli bir varlıktır, Allah karşısında sorumluluğuna paralel olarak hürdür. Bu değer, hürriyet ve sorumluluk; a) Ehliyet şartlarını taşıyan fakihlerin (büyük hukukçuların) Kur'ân-ı Kerîm ve ma'sûmların (Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ve ma'sûm imamların) sünnetine dayalı bulunan devamlı ictihadları b) İnsanlığın bilgi ve tecrübe birikiminden faydalanmak ve bunları geliştirme çabası, c) Her türlü zulüm, baskı ve sultayı ortadan kaldırmak yoluyla adâlet ve dengeyi, kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasî bağımsızlığı ve millî beraberliği sağlar, temin eder.
Dördüncü maddesine göre medenî, cezâî, iktisadî, mâlî, idârî, kültürel, siyâsî ve inzibâtî bütün kanunlar İslâmî ölçüleri temel alacaktır. Bu prensip anayasa dahil bütün kanunlar için geçerlidir. Kanunların bu ölçüye uygun olup olmadıklarını teşhis ve tesbit işi, bunun için kurulmuş bulunan fukahâ (müctehidler) şûrâsına aittir.
Devletin hedefi eğitim ve öğretim yoluyla iyi İslâm insanları yetiştirmek, toplumda İslâmî fazîletleri hâkim kılmaktır.
İran'da faiz tamamen yasaklanmıştır. Bankalar İslâmî esaslara göre (genel olarak kâr ve zararda ortaklık prensibine göre) mevdûât kabûl etmekte, mevdûat sahiplerine bunların nemâsını vermektedir. Faiz belâsının ortadan kalkmış bulunması en önemli âmili olmalıdır ki enflâsyon -biz orada iken- yüzde dokuz civarında idi ve bundan bile şikâyet ediyorlardı.

İran'da yasama, yürütme, yargının hükümleri, işleyiş biçimi ve uygulamalarının, Sünnî fıkıh normları açısından farklılığı var mı?
İşleyiş biçimi ve uygulamaları konusunda sağlıklı bilgi sahibi olabilmek için İran'da daha uzun müddet kalmaya ve bu amaca yönelik inceleme ve araştırmalar yapmaya ihtiyaç vardır. Bizim gezimiz çok amaçlı olduğu için buna imkân bulamadık. Ancak bir ülkede düzenin ve kanunların işleyiş biçimi, uygulanması eninde sonunda lâfzı ve rûhu ile kanunlara ve tabîî bunların da üstünde bulunan anayasaya bağlıdır. Bu bakımdan sorunuzun cevabı da anayasanın 12. maddesinde bulunmaktadır. Bu maddeye göre: İran'ın resmî dîni İslâm, mezhebi oniki imamcı (İsnâ-aşerî) Ca'ferî mezhebidir. Bu ilke ebedî olarak değişmeyecektir. Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî, Zeydî gibi diğer İslâm mezhebleri tam olarak saygıya lâyık mezheblerdir. Bu mezheblere bağlı bulunan müslümanlar, mezheblerine ait usûl ve merasimde fıkıhlarına göre davranmakta serbesttirler. Bu mezhebler eğitim ve öğretimde, ahvâl-i şahsiyyede (evlenme, boşanma, miras ve vasıyette), mahkemelerde bu konularla ilgili dâvâlarda resmiyet sıfatı taşırlar. Bir yerleşim bölgesinde hangi mezhebin sâliki daha çok ise mahallî düzenlemeler buna göre yapılacak, diğer mezheb sâliklerinin de hakları korunacaktır. 72. maddeye göre kanun yapmakla görevli bulunan "İslâm Danışma Meclisi", resmî mezhebin hükümlerine ve anayasaya aykırı kanun yapamaz.
Bu açık ifadeli maddeler gösteriyor ki, İran İslâm Cumhuriyeti İslâm mezheblerinden biri olan oniki imamcı Ca'ferî mezhebini İslâm'ın en uygun yorumu ve okulu olarak kabûl etmiş, düzenini bu mezheb temeli üzerine kurmuştur. Ca'ferî mezhebinin çağdaş temsilcilerine göre Sünnîlerin Kur'ân'ı ile Ca'ferîlerin Kur'ân'ı arasında fark yoktur. Seyâhatimiz esnasında gerek mescidlerde ve gerekse müzelerde gördüğümüz Kur'ân nüshaları da bunu desteklemektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in yorumu ve hayata uygulanması konusunda da -arada- önemli bir metodoloji farkı yoktur. Kur'ân âyetleri nassı ve zâhiri, mantûku ve mefhûmu ile delildir, kaynaktır. Sünnete gelince, Sünnîlere göre yalnızca Hz. Peygamber'in (s.a.v.) söz, fiil ve tasvipleri sünnet sayılırken Ca'ferî kardeşlerimiz buna bir de "ma'sûm imamlar" dedikleri oniki imamın söz, fiil ve davranışlarını eklemişlerdir. Bütün bu sünneti anlatan hadîsler çeşitli kitaplarda toplanmış, sahih olanların yanında uydurma olanlar da bulunmuştur. Bu sebeple Ca'ferî hadîs ve usûl âlimleri hadîslerin sahih olanlarını tesbit için usûller geliştirmişlerdir. Bu cümleden olarak Kur'ân-ı Kerîm'in açık ifadesine ve meşhur sünnete aykırı bulunan hadîsler mûteber sayılmamaktadır. Ca'ferî mezhebi, bu Kitâb ve Sünnet anlayışı içinde icmâ, akıl, istıshâb gibi -çoğu Sünnîlerde de bulunan, bazıları kendilerine mahsus- hüküm çıkarma metodları bulmuşlar, bu delil ve metodlar çerçevesinde zengin bir fıkıh külliyâtı meydana getirmişlerdir. İran İslâm Cumhuriyeti'nin kanunları, bu kanunların yorumu ve uygulaması işte bu fıkha dayanmaktadır. Bu sebeple teferrûâtta bazı farkların bulunması tabîîdir. Kanun yapma, icrâ ve kazâ konularında genel prensipler bakımından arada önemli bir fark yoktur. Bugün bir Sünnî İslâm Devleti kurulsa bunun başında, adı "halîfe olsun, imam olsun, başkan olsun..." birisi bulunacaktır, bu kişi âlim, müslüman ve ahlâklı olacaktır. İran İslâm Cumhuriyeti'nin de başında mümin, müctehid ve ahlâklı bir kişi bulunuyor ve buna "imam, rehber" deniyor. Cumhurbaşkanı ise bir mânâda onun, icrâda yardımcı ve temsilcisi oluyor. Gerek imam ve gerekse cumhurbaşkanı vazifelerini danışma yoluyla yürütüyorlar ve seçimle işbaşına geliyorlar, ehliyetlerini kaybetmeleri hâlinde -yahut müddetli seçilenlerin müddetleri dolduğunda- değiştiriliyorlar. Bütün yöneticiler -seçilme ve azil bakımından- halka, halk da Allah'ın kanunlarına bağlı bulunuyor. Bu teorik sistemin uygulamada tam olarak gerçekleşmesi ise bir eğitim ve zaman işi olarak görünüyor.

İslâm devletinin uygulamalarında Sünnî-Şiî ayrımı yapıldığı iddiâları ne kadar geçerliliğe sahiptir, sizin bu konuda tesbitiniz oldu mu?
Din ve mezheb temeli üzerine kurulmuş bir devlette, bazı konularda mezheb ve din ayrımı yapılması tabîîdir. Önemli olan bu ayrımın insanların temel hak ve hürriyetlerine zarar vermemesidir. Meselâ Şiî fıkıhçıların çoğuna göre hâkimin ahlâkî adâlet vasfı taşıması gerekir, İmâmî olmayan müslümanlar ise bu vasfı taşımazlar. Buradan hareket edildiğinde muhtemelen -bu konuyu inceleme fırsatı bulamadım- sünnîler hâkim olamayacaklardır. Kezâ ister sünnî olsun ister Şiî bir İslâm devletinde, müslümanların dâvâlarına bakan bir mahkemede gayr-i müslimler hâkim olamazlar. Bununla beraber gayr-i müslimlere istedikleri takdirde ayrı mahkemeler tahsis edilir ve kendilerinden hâkimler atanır. Yukarıda zikri geçen bir anayasa maddesinde, İran İslâm Cumhuriyeti'nde sünnî mezheblerin de saygı gördüklerini ve bunlara bağlı bulunan müslümanların dînî merasim, eğitim, öğretim ve muhâkemede kendi mezheblerini uygulamakta serbest olduklarını gördük. Buna aykırı bir davranışın devlet içinde devamlı olması mümkün değildir. Hukûka ve kanuna aykırı olmasına rağmen bir ayrımcılık varsa bunun da zaman içinde düzelmesi umulur. Seyâhatimizde sünnîlere ait yerleşim bölgelerine de uğradık, mescidlerini gördük, zaman kısalığı yüzünden kendileriyle uzun boylu konuşma fırsatı bulamadık. İleride inşâallah bu konuya da eğilmek nasip olur.

İslâm devletinin kendini coğrafyaya hapsettiği iddiâlarını görüştüğünüz yetkililer ve halktaki izlenimler ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslâm devletinin coğrafya ile ilgisini dört ayrı sâhada ele alıp görmek gerekir: a) Mevzûât, b) Yönetim, c) Ulemâ (aydınlar), d) Halk.

a) Mevzûât: Anayasanın onbirinci maddesi şöyledir: "Şüphesiz bu, tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir, ben de sizin Rabbinizim, öyleyse yalnızca bana kulluk ediniz." âyeti gereğince bütün müslümanlar bir tek ümmettir. İran İslâm Cumhuriyeti politikasını, İslâm milletlerinin anlaşma ve birleşme temelleri üzerine kurmakla ve İslâm dünyasında siyâsî, ekonomik ve kültürel birliğin gerçekleşebilmesi için elinden gelen gayreti sarfetmekle yükümlüdür.
16. maddeye göre Arapça bir yandan Kur'ân dili olduğu, diğer yandan Fars edebiyatının önemli bir unsuru bulunduğu için ilkokuldan lise son sınıflara kadar okutulup öğretilmelidir.
19. maddeye göre İran insanı, hangi kavim ve kabileden olursa olsun eşit haklardan istifâde eder. Renk, ırk, dil ve benzeri farklılıklar imtiyaz sebebi olamaz.
Bu maddeler İslâm Cumhuriyeti'nin coğrafyayı aşma konusundaki azmini dile getirmektedir. İslâm Cumhuriyeti kavmiyetçi değil, ümmetçidir, ümmet birliğini hedeflemektedir.
b) Yönetim dış politikada, millî menfâatleri korumakla beraber İslâm âleminin ve özellikle bağımsızlık mücadelesi veren müslüman toplumların dâvâlarına hassasiyet göstermekte, mücadelenin başarıya ulaşması için çaba sarfetmektedir.
c) Görüştüğümüz âlimler ve aydınlar mezheb farklılığını gündeme getirip faydasız ve bölücü tartışmalara kapı açmak yerine -toplulukları kendi mezhebleri içinde bırakarak- bizi bir tek ümmet yapan ortak inanç ve değerleri gündeme getirmek ve bu değerler çerçevesinde birleşmek üzerinde durmuşlardır. Bizlerin de aynı doğrultuda izhar ettiğimiz düşünce ve arzularımız heyecan verici mutabakatlara zemin teşkil etmiştir. Bizden birinin "Siz imâmeti iman esaslarından biri sayıyorsunuz, biz ise onu bir fıkıh (amel) meselesi olarak görüyor ve sizden farklı inanıyoruz, bu durumda biz -size göre- imansız mı oluyoruz? sorusuna büyük bir âyetullah şu cevabı vermiştir: "Dînin usûlü vardır, mezhebin usûlü vardır. Sizin bizden farkınız dînin usûlünde (prensiplerinde, inanç esaslarında) değildir, mezhebin usûlündedir. Sizin imâmet anlayışınız sizi Ca'ferî olmaktan çıkarır, mümin ve müslüman olmaktan çıkarmaz, siz sünnî olarak da bizim din kardeşlerimizsiniz." Kültür bakanı yardımcısı da bir başka sohbette aynı duygu ve düşünceyi tekrarlamıştır.
d) Cehâlet, gaflet, taassup, politik hırs, içte ve dışta hıyânet İslâm ümmetini parçalamış, halkı bölmüş, bölünmeleri keskinleştirmiş, bölükleri birbirine düşürmüştür. Bugün İslâm ümmeti içinde Arapla Türk, Şîî ile Sünnî, Kürtle Çerkes, kralcı ile demokrat, fakir ile zengin birbirine düşman olmuş, yabancılaşmış, birbirleri aleyhine ortak düşmanlarıyla işbirliği eder hâle gelmişlerdir. İslâm milletlerinin okullarında, ders kitaplarında, câmilerinde ve ev sohbetlerinde ayrılık körüklenmekte, bölünme, parçalanma ve didişme tahrik edilmektedir. Bütün bu menfî oluşum ve gelişmelerin arkasında hiç şüphe yok ki dış düşmanlar, menfâat grupları ve içeride bunların işbirlikçileri vardır. Böylesine bir beyin yıkama ve telkin taarruzu karşısında halkın ve yeni yetişenlerin birlik ve kardeşlik şuuruna gelmeleri beklenemez. İran halkı bakımından da durum pek farklı değildir. Türk halkına İran halkı nasıl tanıtılıyorsa, İran halkına da diğerleri yıllarca aynı şekilde tanıtılmıştır. Müşâhedelerime göre bu etkiler henüz ortadan kalkmamıştır. Ancak yöneticilerin ve âlimlerin ümmet birliğine yönelik telkinleri ve çabalarının meyvalarını vermesini beklememek için de bir sebep yoktur. Bu meyvanın olgunlaşması ise zaman alacağa benzemektedir.

Seyâhatiniz sonucu İslâm devrimini değerlendirme noktasında bakış açınızda bir değişme oldu mu?
Bir İran atasözü "Şinîden key boved mânend-i dîden: İşitmek nasıl görmek gibi olur!" diyor. Ben baştan beri İran inkılâb hareketlerini oldukça objektif bir gözlemci olarak takip etmeye ve değerlendirmeye çalıştım, müsbet veya menfî değerlendirmede acele etmemeye çalıştım. Giderek bende, bu inkılâbı yapanların, kendi din ve mezheb anlayışları içinde samîmi müslümanlar olduğu, ülkelerinde İslâmî bir düzeni kurup işletmek için her şeylerini ortaya koydukları kanâati ağır basmaya başladı. Kul ve onun yaptığı kusursuz olmaz, ihtilâlin kanunları vardır, kitle hareketlerinde her şeyi kontrol altında tutmak mümkün değildir, işte bu sebeplerle kaçınılması güç hatâlar da olmuştur, olur ve olacaktır; iyi niyet, samîmiyet ve danışma ile bunların da çoğunun üstesinden gelinmiştir, geri kalanlarının da gelinir. Bize düşen kardeşlerimizin doğruyu bulmaları, uygulamaları ve başarılı olmaları için duâ etmek, destek vermektir. Evvel âhir benim düşüncelerim bunlardı, bunlardır.



48. Tevhid, Şubat 1992.



Buradaki iki mavi çizgi arası içerik site editörünce konulmuştur ve rastgele çıkmaktadır. İçeriğini onayladığımız anlamına gelmez, dikkatli davranın.

  Şu anda sayfası gösterilen kitap.
Bu Kitapta:
Önceki Başlık
Sonraki Başlık
İçindekiler
Site Sayfaları
Ana Sayfa
Hakkında
Makaleleri
Kitapları
Soru Konuları
Soru Listesi
Hayrettin Karaman`ın Sohbetleri
Şiirleri
Bestelenmiş ve Seslendirilmiş Şiirleri
Bütün site içeriğinin genel kelime indeksi.
Sitede Arama
Hayrettin Karaman'ın Siteye Son Eklenen Yazıları
E-posta
Siteyi Link ve Kaynak Gösterimi
m.HayrettinKaraman.net Mobil-Metin Versiyonu Hakkında

Facebook Sayfası:

Bulunduğunuz Sayfayı:



Sayfa başına gider Siteden rastgele bir sayfa seçer. Hafızadaki önceki sayfaya döner Hafızadaki sonraki sayfaya döner
   
Bu Kitapta: Önceki Başlık Sonraki Başlık İçindekiler